'Bir izz-railll su gemisi annemin içinde yaşadığı sulara doğru hareket ediyorzdu...
gitmek isterz miydim oraya şimdi?
ayır...ayırrr...zevgili anneciğim benim...!
yaban-zıyımmm sana çünkü...'
Bu şiir Lale Müldür'ün...
Yakın dostu Murat Kemaloğlu rica etmiş, Psikeart dergisinde yayınlanmak üzere yazmış.
Çok etkileyici, çok da dokunaklı...
Ama arkasında yatan gerçek hikaye insanı sarsacak kadar hüzünlü...
Murat'ın cümlesinden öğrenelim Lale Müldür'ün neler yaşadığını:
'Okuyanda yabancılaşma duygusu yaratan bu dizeler, Lale'nin annesinin kendisinden Yahudi olduğunu bütün bir ömür boyu gizlediğini fark ettiğinde yaşadığı yabancılaşmayı anlatmaktadır.'
Okuduğunuza inanamamış olmalısınız...
Evet, ilk başta ben de 'yok canım' demiştim. Hemen telefona sarıldım, Murat'a sordum, doğruymuş. Annesi, ünlü şair Lale Müldür'e Yahudi olduğunu koca bir yaşam boyunca söylememiş.
En küçük bir empati duygusu bile Lale Müldür'ün neler hissettiğini bütün dehşetiyle gösteriyor.
O DERİN YALNIZLIK, TEK BAŞINALIK...
Dün tekrar o şiire döndüm, annesine seslendiği dile de 'yabancılık şerhi' düşmüş. Bunu Z harfleriyle yapmış. Telaffuzdaki gibi yazmış. Annesinin Yahudi kökeniyle kendisi arasındaki mesafeyi gösteriyor. Yazdığı küçük şiirin içine, o haberi öğrendiğinde yaşadığı kopmayı ve hatta travmayı yansıtmış. Önce 'yakınlaşma hali' gibi geldi bana, annesinin konuştuğu gibi yazmış adeta... Tekrar tekrar okuyup düşününce öyle olmadığını, tam tersine 'uzaklaşma duygusunu' ve tavrını ortaya koyduğunu düşündüm. Kolay değil, annesiyle ve dolayısıyla kendisiyle ilgili çok sarsıcı bir gerçeklikle karşılaşmış.
Bir süredir, çok bilgilendirici ve çarpıcı dosyalarıyla dikkat çeken Psikeart dergisi, son sayısında yabancılaşma konusunu işlemiş. Benim için de özel bir anlamı var, Arjantin Felsefe Grubu'ndan hocalarım Erol Göka, Ahmet İnam, Cengiz Güleç ve dostum Murat Kemaloğlu'nun da yazıları var.
Psikeart'ın bir önceki sayısında temmuz baskısında Lale Müldür, şiirinde 'Bu hep kendi başına olma durumumu hiç anlamamıştım' diyordu.
İnsanın kendi başınalığı...
Önceki gece tekrar açtım dergiyi, başladım yabancılaşma yazılarına...
Günümüz insanının büyük sorunlarından, belki de en büyüğü...
Nedir yabancılaşma?
Felsefede ayrı anlamı var, sosyolojide ve psikolojide ayrı...
Tanımı çok, mümkün olduğunca gündelik dile uyarlayarak, üçünü aktaralım:
'Daha önce ilgi duyulan şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunulan insanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi duymama, bıkkınlık...'
Daha dar anlamlısı bu.
Diğeri,
'İnsanın kendini; kendisine, kendi özüne, içinde yaşadığı dünyaya, üyesi olduğu topluma yabancı hissetmesi.'
Bir de şu var:
'Bireyin diğer insanların yanında kendini güvende hissetmeyip onları ikiyüzlü, bencil, ilgisiz hatta düşman gibi görmesi.'
İNSAN KENDİNİ ÖZLER Mİ?
Okurken hep Hilmi Yavuz Hocamızın 'insan kendini özler mi' dizeleri geldi durdu aklıma. Gayet tabii ki özler...
Ahmet İnam'a baktım, 'neden kaçıyorsun kendinden?' sorusuyla yüzleşmiş. Sonra şöyle bir iç geçiriyor ve 'kendimi keşke dışıma çıkıp görebilseydim...' diyor.
Bir film çekilseymiş, bütün hayatımızı bize izletselermiş... Acaba ne düşünürdük...
İnam bu soruların peşinde...
Lale Müldür'ün dizelerindeki anlam derinliği de aslında bu sorularla yüklü...
Bakın 'Non pasaran' şiiri nasıl bitiyor:
'ölüyordum ben
ölüyordum ki
bir yeşil bedenli
güzel bir bebeğin bakışlarıyla
kendime geldim...
...
ve birdenbire mutluluğu yakalıyor ve coşuyordum artık.'