Türkiye'nin on yıllık değişim serüvenini bütün yönleriyle, olumlu ve olumsuz yansımalarıyla irdelemeye devam ediyoruz.
İstanbul'a bakınca 'Türkiye muhafazakarlaşıyor' demek mümkün değil.
Anadolu'ya gidip de 'Bu ülke muhafazakar değil' demek de öyle...
Ama olup bitenleri bunlarla sınırlandırmak doğru olamaz.
Değişimin yüzlerce parametresi var. Her biri toplumsal karşılığı olan dinamikler bunlar.
Mesela İstanbul...
Herhangi bir gün bu şehirdeki etkinliklerin listesine baksanız şaşar kalırsınız. Sadece sanatsal ve kültürel faaliyetlerden bahsetmiyorum. Özellikle ekonomiye ilişkin uluslararası organizasyonlar... Her gün birkaç yerde iş dünyasının katıldığı zirveler düzenleniyor. Dış ülkelerden yoğun katılımlar eşliğinde.
İstanbul, on yıl sonrasına hazırlanıyor. Ne var ki; alt gelir grubunda olup da bu güzelliğin ve parlak gelecek projeksiyonunun farkına varamayan milyonlar ciddi sorun.
Alın Anadolu'yu...
Bir yanıyla gerçekten altyapı patlamaları yaşanıyor. Anadolu'nun dört bir yanında duble yollar yapıldı. Seyahat etmiyorsanız bilmeniz imkansız. O zaman da insanların siyasal tutum ve tercihlerini anlayamıyorsunuz. Ülkenin yüzde 90'ına yabancısınız.
Toplu Konut projeleri bir diğer örnek.
Bütün Anadolu kentlerinde kentsel dönüşümler yapılıyor.
Ama gelin görün ki özgün şehir ruhu oluşturamıyoruz. Gündelik yaşam kalitesini ve estetik anlayışı yükseltemiyoruz. Bu da dönüşümün yapıcı ve vizyoner liderliğindeki eksiklikten kaynaklanıyor.
İstanbul'u gözde bir şehir haline getiren ve cazibesini artıran en önemli yenilik havayolu taşımacılığıyla ilgili. Anadolu resmen İstanbul'a gökyüzünden bağlandı. Ancak bu defa da Atatürk Havalimanı yetersiz kalmaya başladı, rötarlar bıktırıyor, keyfi ve konforu eziyete çeviriyor. Demek ki daha büyük bakış açısına ihtiyaç var. Bir de iyi planlamaya. Sabiha Gökçen yanı başımızda atıl, üçüncü havalimanı için de konuşup duruyoruz.
Ekonomik kriz çağını hasarsız atlattığımız için geniş kitleler hayatlarından memnun. Özellikle orta gelir grubu. Ancak şu kutuplaşma ve gerginlik tehlikesini, korku iklimini bir türlü bertaraf edebilmiş değiliz. Bazılarına bu söylem ters geliyor ama belli bir kesim için yaşam tarzı üzerinden endişeler azalmadığı gibi artıyor. Bu kesim daha varlıklı ve meslek sahibi insanlardan oluşuyor.
On yıl önce İslami topluluklar ve muhafazakarlar arasında sistem muhalifliği yaygındı. Cuma namazı çıkışlarında gösteriler yapılırdı. Sistemle bu kesim arasında soğuk rüzgarlar eserdi. Ülkenin geleceği için o mesafe tehlikeliydi. AKP iktidarı, İslami duyarlılığı yüksek ve yer yer marjinalliğe doğru ilerleyen grupları sistemle barıştırdı. Ama bu kez laiklik duyarlılığı gelişmiş toplumsal dinamikler korku ve endişe duymaya başladı.
Türkiye'nin şu anda ihtiyacı olan en önemli şey içeride ve dışarıda herkesi şaşırtacak büyük bir demokrasi dalgası yaratmak. Yüzde 50'ye ulaşmış ve bu desteği istikrarlı olarak koruduğu anlaşılan bir iktidardan bunu beklemek hakkımız. On yıldır devam eden siyasal istikrarın en önemli yararı ve yansıması ekonomi üzerine oldu. Bunun özgüveniyle şimdi yapılması gereken, etkili bir demokratikleşme hamlesini hayata geçirmek. On yıllık dönüşümün gerçek manada takdir edilebilmesinin yolu buradan geçer. Aksi halde ülkenin bir bölümü, o kutuplaşmanın ve gerginliğin perde indirdiği gözlerini açamayacak, hayatındaki olumlu gelişmeleri göremeyecektir. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Modern İstanbul'la muhafazakar Anadolu'nun sentezi bizi 21'inci yüzyılın parlak yıldızı yapabilir. Karşılıklı hoşgörüye dayalı toplumsal olgunluğumuzun, yaşadığımız dönüşüm dalgasının travmalarını atlatmamızdaki rolü bu senteze bağlı. Kim, tarihe nasıl yazılacak, bütün mesele bu?