1- Sanırım hafızalarımızdaki tazeliğini henüz korumaktadır Sayın Cumhurbaşkanımızın yabancı dildeki tabelalarla ilgili eleştirel yaklaşımı;
Dahası futbol oynanan mekanlara ‘arena’ adı verilmemesi konusundaki tavrı…
2-Belirtmeliyim ki; bir dile başka dillerden kelimelerin girmesine karşı birisi değilim ilkesel olarak.
Ancak bunun bir sınırı ve ölçüsü olmalıdır kuşkusuz olarak.
Atilla Koç’tan dinlemiştim; Osmanlı Arapça ve Farsça’dan isim aldı, sıfat aldı, zamir aldı vs. ama fiil almadı. Üstelik Arapça ve Farsça’dan aldığı kelimeleri ‘fonetik(!)’ ve ‘semantik(!)’ olarak Türkçeleştirdi.
Mesela, boğazdan gelen seslerle söylenen ‘Muhammed’i dudağa getirerek ‘Mehmet’e çevirdi. Keza tak tak dilin damağa vurmasıyla sese dönüşen ‘narduban’ kelimesini yine dudağa getirerek ‘merdiven’e çevirdi.
(Atilla Koç bunları ‘üç dil teorisi’ bağlamında anlatır. Bu üç dili (Türkçe, Arapça, Farsça) anlayan ve bilen bütün dillerin özüne uzanabileceği gibi düşünce ufkunu da neredeyse 360 dereceye çıkarır. Çünkü bu dillerden Arapça gırtlaktan gelen seslerle; Farsça dil ve damakta oluşan seslerle, Türkçe ise dudaktan okunan seslerle oluşan dillerdendir, bütün dünya dilleri de bu üç kategoridedir.)
3-Bildiğim ve tanıdığım R. Tayyip Erdoğan yabancı dilin kullanılması konusunda hassasiyet sahibi birisidir. (Yanlış anlaşılmasın; yabancı dil öğrenilmesinden/konuşulmasından bahsetmiyoruz, kullanımdan bahsediyoruz.)
Sayın Erdoğan özellikle İngilizce’yi çok iyi konuşmak isterdi/istemişti. Çünkü, eğer böyle olsaydı, dünya liderleriyle özellikle baş başa görüşmelerde tercümansız konuşabildiği taktirde daha başarılı sonuçlar alacağına inanır.
Ancak hiçbir zaman özellikle bir liderin bir toplantıda, bir oturumda, bir programda yabancı dil ile konuşmasını doğru bulmaz.
Bağımsız bir ülke siyasetçisine yakışanda bu olmalıdır.
Konuşmasını çeviren tercümanın olası hatasını düzeltecek derecede yabancı dil bilse de liderlere yakışan budur.
4-Hal böyleyken;
Sayın Cumhurbaşkanı zihinsel (vurgunun şiddetine göre) yorgunluk/bozulma/yozlaşma şeklinde Türkçe ifade edebileceğimiz bir hal için neden, iki kelimeden oluşan ve her iki kelimesi de yabancı olan bir deyimi (‘idiom’ mu dememiz gerekirdi) kullanmak durumunda kalmıştır.
Bunu söylerken, Sayın Cumhurbaşkanı’nın işaret ettiği hususun güme gitmesini istemem.
Bu husus gerçekten büyük bir öneme haiz olup tanı koyma safhasını işaret etmektedir.
Eğer, tanıyı şumullendirebilip; neden ve niçinini, ortaya çıkan arazın sebeplerini iyi tahlil ederek bir tedavi/düzeltme yolu bulunabilir ise;
Bu hem Ak Parti’nin geleceği için, hem de Türkiye’nin bekası için büyük faydaya sebep olur.
Söz konusu ameliyeye, mesela İbni Haldun’a bir kez de buradan bakarak başlayabiliriz.
Not: Bu yazıyı bitirirken ‘take off’ söylemiyle Akif Beki’nin kulaklarını çınlatmak isterim.