1
Nisan 1976 tarihinde yayın hayatına başlayan DÜŞÜNCE dergisinde ilk kez ‘Türkiyeli Müslümanlar’ kavramını kullandığımda en yakınlarımdan dahi tepki görmüştüm.
Söz konusu tarihlerde PKK henüz bölgedeki onlarca Kürt derneklerinden bir dernek konumundaydı.
2
“İnsanlarda sıla-i rahim ve akrabalık bağı tabii bir şeydir.”
Aynı zamanda: “Birbirine saldırmak ve zulmetmek de insanlarda mevcut olan huylardandır.”
“… zarara uğrayan veya mahvolma durumunda kalan hısım ve akrabaların imdadına koşmaya…” İbn-i Haldun, nesepten nisbetle asabiyet adını vermiştir.
3
Her şey zıddınca kaimdir… hükmünce;
Hegemonik küreselciler dünya hükümranlığı için yeryüzünü dümdüz etmek için operasyon çektikçe (küreselciler istiyor ki New-York’ta oturdukları ofislerinden -öyle bir dürbün geliştirildiğini varsayalım- Kamboçya’da olup bitenleri izleyelim) yerel unsurlar ve yapılar husule gelmekte.
Tepkinin şiddeti oranınca yerellik gittikçe daralarak nihayet Almanya, Hollanda, Avusturya, en son olarak da Amerika’da olduğu gibi ırkçılığa kadar gerilemekte.
Her ne kadar başlangıç, yani dünyayı tektipleştirmeye çalışan küreselcilere karşı çıkmak çok meşru, haklı, hayati bir şeyse de orada nerede duracağını bilememek veya durması gerektiği yerde fren yapmaya yarayacak aparatlara sahip olmamak kitleleri sosyolojinin dibine itebilmektedir.
Sosyolojinin birinci adımı ‘birlikte yaşamak’ ise kuşkusuz ikinci adımı ‘asabiyet’tir. Yani başta aile olmak üzere; akraba, hısım yakınları koruma duygusudur.
Tabii ve insani olan bu duygunun, hayra yönelik kullanılmaz ise yıkıcı bir mahiyet kazanması kaçınılmaz olur.
Aydınlanmacı lümpen bireylerden oluşan kitlelerde bu yıkıcı dalganın gazabından kurtulmak ise pek de kolay olmaz.
4
Tekrara düşme pahasına bir kez daha söylersek saf anlamda ‘asabiye’ sosyolojinin yani insanlığın dibidir.
Böyle olunca, kurduğu bilimsel çerçevede ‘asabiyet’ kavramına büyük önem vermesine rağmen İbn-i Haldun bu konuda fazla ısrarcı davranmaz.
Asabiyet, yalın haliyle bedevi ve dar toplumlarda yaşanırken, kitleler yerleşik düzene geçip sayıları çoğaldıkça, dar anlamıyla ‘neseb’e dayalı asabiyet hem takip yönünden hem aidiyet anlayışının gelişmesiyle/farklılaşmasıyla flulaşır.
Bu noktada Üstat Hz. Peygamber’e sığınır:
“Sıla-i rahim yapmanızı temin edecek ölçüde neseblerinizi belleyiniz” der ve devam eder; “çünkü neseb vehmi (itibari) bir şeydir, herhangi bir hakikati yoktur” noktasına ulaşır.
Birlikte yaşam çevresi genişledikçe ve kişi sayısı çoğaldıkça daha önce de belirttiğimiz gibi neseb takibi zorlaşacağı gibi, ‘neseb tercihi’ denen yeni bir kavram devreye girer.
“Bir kimsenin bunlardan ya da şunlardan olmasının onlara ait ahkamın ve ahvalin onun üzerinde cari olması” o kimsenin kendini onlardan hissetmesi için yeterli hale gelir.
İnsanlar bu kez iradeleri ile bir kavme ya da topluluğa mensubiyet kurmaya başlar.
Bu husus, başlangıçta kahr ve kuvvetle olur. Yani birbirine yakın topluluklar (farklı neseb sahipleri) içinde bir nesebe mensup lider, güç ve kuvvetle diğer unsurlar üzerinde hakimiyet kurar. Koruması altındaki insanları dış tehlikelere karşı korur ve birbirlerinin hakkına tecavüz etmekten meneder.
Ne var ki riyasetin (liderliğin) oluşabilmesi için ‘galebe’ tek başına yeterli olmaz. Gerçek bir liderlik için ‘nisap’ da gereklidir. Yani dar anlamda liderin bağlı olduğu asabe (kavim, aile, topluluk) sayısal olarak da diğer unsurlardan fazla olmalıdır.
Zamanla elindeki gücü himayesi altında yaşayanların refahını artırıcı şekilde kullanırsa lider/otorite ve nihayet başta refahın bölüşülmesi ve sair işlerde adaletle hareket ederse meşru ve karşılıklı kabule ve ahitleşmeye dayalı bir şekilde otoritesini korumaya devam eder.
İmdi;
Meseleyi günümüze ve üzerinde yaşadığımız topraklara taşırsak;
Bundan yaklaşık kırk beş yıl önce ‘Türkiyeli Müslümanlar’ kavramını kullanan ben diyorum ki;
Ta Malazgirt’ten bu zaman kadar hem nisapça üstünlükleri hem galebe çalma konusundaki yetkinlikleri, hem himayesindekiler için yeterince refah ürettikleri ve de olabildiğince adil davrandıkları için;
Birlik (devlet) olabilmemiz ve insanca, onurluca yaşayabilmemiz için, Türklük asabiyesinde birleşmemiz hiç de zor olmasa gerektir, diye düşünüyorum.
(Not: Sebep ve Türkiyelilik mevzuunu gelecek yazıda ele alırız inşallah.)