1
Hayli zaman önceydi, henüz aktif siyasetin içindeydim.
‘AK Parti ile entelektüellerin ilişkisini’ kendine mevzu etmiş bir televizyon programında;
“70-80’li yıllarda İslamcı entelektüel hayat, aynı sahadaki siyasetin çok üstünde ve önünde idi.
2000’li yılların başlangıcına kadar devam eden bu entelektüel hareketlilik hatırı sayılır bir birikim çıkarmıştı ortaya.
AK Parti işte bu birikimlerden hareketle, bu fikirlerden yararlanarak kurulmuştu.
AK Parti’nin tüzüğüne, programına, başlangıçtaki söylemlerine bakarsak bunu rahatlıkla görebiliriz.
Zamanla, (AK Parti iktidarı ile) siyaset güçlendi.
Bu cümlenin devamı olarak; siyasetin güçlenmesi oranında entelektüel hayatın geride kaldığını söylememi bekliyorsunuz biliyorum ama ben daha ileri giderek, entelektüel üretim tamamen durdu, diyeceğim.
Burada aklınıza şu soru gelebilir;
İşlerin doğası gereği; siyasetin güçlenmesi ve cazip hale gelmesi, yeni zihinlerin ve fertlerin entelektüel alana kaymasını önlemiş olabilir ama bahsedilen zaman yakın bir geçmiş olduğuna göre, o günün entelektüellerinin büyük çoğunluğu bugün hayatta olmalı, onlara ne oldu?
Olan şu; dünkü entelektüellerin büyük bir çoğunluğu siyasette bir pozisyon elde edip, entelektüel çalışmalarını bıraktılar, dışarıda kalanlar ise, siyasette bir mevki elde etmeyi beceremeyenler oldu, kendi iradeleriyle dışarıda kamış olmadıkları için onların üretimi de zayıfladı…” gibi cümleler kurmuştum.
Aradan yıllar geçip; aktif siyasetten geri çekilip, etrafıma baktığımda karşılaştığım şey; kendi körlüğüm, kendi körelmişliğimden başka bir şey değildi.
Zaman zaman inişler ve çıkışlar geçirse de, sapmalar ve savrulmalar yaşasa da, entelektüel hayat devam ediyordu.
Öyle ki; bu âlemde yetişen kimi zihinlerin ortaya koyduklarını anlayabilmek bile zorlaşmıştı benim için.
Yeniden onların dünyasına dahil olabilmek için; ömrümün önceki safhalarında yaptıklarımdan daha yoğun, daha disiplinli, daha uzun süreli ders çalışmam gerektiğini anlamış birisi olarak, hala bu ders üzre olduğumu söylemeliyim.
2
İmdi; az-çok; siyasetle, felsefeyle, sosyoloji ile uğraşan herkes bilir ve kabul eder ki;
Söz konusu fikir üretmek olduğunda, siyaset üretmez, kendi dışında üretilen değerleri tüketir.
Bu da, tabiatın ve siyasetin sünnetidir.
Hal böyleyken;
16 Nisan sonrası için yeni bir inşa ve ihyaya ihtiyaç olduğu hem siyasilerce, hem entelektüellerce sık sık dillendirilmişken;
‘İslamcı entelektüeller’e şimdi, belki de her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğu ortadadır.
Siyaset onların ürettiği fikirlerin aydınlığında ancak inşa ve ihya faaliyetini bi hakkın yerine getirebilir.
3
Kaldı ki;
Bizimki gibi, yeniden inşa ve ihya durumunda bulunan nesillerin en çok ihtiyaç duyduğu/duyacağı şey fotoğrafın bütününe dair bir nazar sahibi olabilmektir.
Bütünü ıskalayan hiçbir uzmanlık kıymete değer olmaz.
Bu cümleden alarak; alimlerine, düşünürlerine, sanatçılarına değer vermeyen; onların fikirlerinden ve eserlerinden beslenmeyen siyaset günü gün etmekten öteye gidemez, kalıcı bir nizam kuramaz.
Oysa bizim siyasetten muradımız ve beklentimiz, ‘nizamı âlem’ ideali ve ‘devleti ebed müddet’ iddiasını sürekli diri ve gündemde tutmasıdır.
Öte yandan; hayatta karşılığı olmayan; hayata ve insanlara dokunmayan her türlü zihinsel üretim ise entelektüel gevezelikten başka bir değer kazanmaz.
Bundan ötesi; sadra şifa olmayacak şeyler hakkında tartışıp durmaktır.
(Not: Dileyen yazıda geçen ‘İslamcı’ kelimesinin yerine ‘Müslüman’ kelimesini koyabilir. Bizim yaptığımız bir kavramsallaştırmanın ötesinde aktüel birtakım tartışmalara göndermede bulunmaktır.)