AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinden beklenen sonucu alamaması üzerine yapılan eleştiri ve/veya özeleştiriler içinde en yaygını, farklı kesimlerin küstürülmesi ve ben merkezli bir siyaset anlayışının belirmesi oldu. Farklı kesimlerin küstürüldüğü kısmen doğru. Gerekçeleri şöyle veya böyle, haklı ya da haksız olabilir ama AK Parti’nin kuruluş yıllarındaki heterojen yapısı ve kuşatıcı dili ortadan kalktı. Bir kısmı AK Parti’nin değişen şartlara göre şekillenen eğilimleri, bir kısmı AK Parti’nin varlığına dahi tahammül edemeyen karşı cephenin birtakım hazım problemlerinden kaynaklandı.
Kuşkusuz, ortada geçmiş yıllara göre bir gerileme varsa, rasyonel biçimde bunun muhasebesi yapılmalı. Başları kuma gömmenin âlemi yok. Bu küskünlüklerin sebepleri ortaya konmalı, iyice analiz edilmeli ve atılması gereken tüm adımlar atılmalı. ‘Şöyle yaparsak taviz olarak mı algılanır?’ demeden rasyonel bir değerlendirmenin gereği ne ise, bu aynen yapılmalı.
Fakat bu belirsiz ortamda birtakım kişi ve partiler, topluma ‘biz’ kuşatıcılığı vaat edip, mavi boncuk dağıtmaya kalkmamalı. Zira herkesin samimiyet potansiyelini biliyoruz. Şimdiye kadar hangi partinin ya da liderin geçmişinde böyle bir kuşatıcılık örneği var. Zedelenmişse de, kuşatıcılığın en yaygın pratiklerini yine Erdoğan liderliğinde ve AK Parti çatısı altında gördü bu ülke. Biz diyebilmenin en temel unsurlarından biri olan Kürtler, dindarlar ve yok sayılmış tüm kesimler samimice oyuna dâhil edildi. Karşılığında büyük riskler alarak hem de.
Muhafazakâr gelenekten gelip, bugün topluma cafcaflı bir ‘biz kuşatıcılığı’ vaat eden kimilerinin, sözgelimi başörtülülere tüm sahalarda alan açma konusunda ne kadar ürkek ve kompleksli davrandığını biliyoruz. Dengeci hesaplarla bu kadarla yetinilsin yaklaşımları ne Kürtleri ne dindarları tatmin edecek boyutta özgürlükler değildi hiçbir zaman. Şayet toplumda temsil dağılımı onlara bırakılsaydı, bugün özgürlük alanına kavuşmuş kesimler bugün sahip olduklarına asla sahip olamazlardı. Muhafazakâr camiadan olup, baskıları bizzat yaşamış olsalar da, adaletli temsil gücü bekleyen kesimlere sus payından öte bir varlık alanı vaat edemedi bu profildeki liderler. Onların ‘biz’ kuşatıcılığı adeta bir ‘tomato soup’, yani ‘domates çorbası’ kıvamında oldu hep. İçine ne katarsan kat, domatesin, yani Türkiye’nin kadim hâkim sınıfların, baskın tadını tatmaya mecburduk toplum olarak. Bu idare-i maslahatçılık, otoriteyi hep beyaz Türklere layık gören özgüvensiz bir yaklaşımla, göstermelik bir biz tavrından yana oldu hep.
Oysa böyle bir biz kuşatıcılığı olmaz. Bugün artık toplumun tüm kesimleri için özgürlük standartları sus payını aştı. Artık herkes kendi temsil hakkını talep ediyor. Bu talepler içinde biz olabilmenin tek yolu, pastanın eşit şekilde adilce paylaşımına rıza göstermek ve biz kuşatıcılığında samimi olmak.
AK Parti’ye fatura edilen pek çok günahın altında pastanın eşit paylaşımından doğan hazımsızlıklar olduğunu da hiç unutmayalım. Fakat aynı zamanda unutmamamız gereken bir şey daha var; AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde özgürlük alanı açtığı Kürt ve dindar kesimlerden de oy kaybetti. Bu, bir kesime özgürlük alanı açmanın yeterli olmadığını gösteriyor. Tüm kesimleri bir rıza dayanışması içinde tatmin etmek sürdürülebilir bir kuşatıcılık için olmazsa olmaz. Bütün bunlar, AK Parti’nin muhasebe etmesi gereken alanı genişletiyor.
Bu muhasebe zemini içinde AK Parti, kuruluş yıllarındaki ruhu yeniden yakalamalı ve yeni Türkiye’nin özgürlük standartları içinde ‘biz olma’ tahayyülünü yeniden inşa edip, pratiğe aktarabilmelidir. Geçmişinde bunu başarmış bir parti ve lider için ‘biz’i yeniden inşa etmek, sicilinde hiç biz olmayan diğer partilerden çok daha kolay olmalı.