Posta kutuma bir fotoğraf düştü. 'Tanrılar Mezarlığı' fotoğrafı… Amerika'da Wisconsin Üniversitesi'nin kampusunda 'Ateist, Hümanist ve Agnostikler' adlı bir kulüp, 200 temsili mezar taşını 'bir zamanlar tüm uygarlıkların, şimdi sadece mitlerin taptığı binlerce ölü tanrının mezarlığı' etiketiyle sergiliyor. North Georgia Üniversitesi Skeptikler Topluluğu tarafından yapılan sergi, Tanrı'ya inanmayan bir topluluğun sorgulamalarını içeriyor.
Ateizmin yaygınlaşmasının, sosyo-politik alandaki olumsuz din temsilleri ile ilişkisi konusu, üzerinde düşünmeye değer bir konu. Özellikle İslamofobi üzerinden Müslümanlar ve İslam hakkında üretilen olumsuz algılar ya da diğer köktendinci hareketler veya din-terör-şiddet eşleştirmeleri, bireylerin din ve Tanrı ile ilişkisini nasıl dönüştürüyor? Bunlar araştırılmaya değer. Zira bu soruların cevabı, dini temsillerin, başkalarının inanç dünyasındaki tesiri konusunda, din müntesiplerine de bazı sorumluluklar yükleyebilir.
'Tanrılar Mezarlığı' fotoğrafına bakarken, masamdaki bir başka kitapta, tarihin bir başka döneminde, Tanrı fikrinin yine mezarlıktaki izdüşümüne dair bilgiler serildi önüme. Gombrich'in 'sonrasızlığın sanatı' olarak tanımladığı Mısır sanatı ile ilgili bu kitapta, Eski Mısır piramitlerinin, yalnızca bir kraliyet anıtı olmaktan öte işlevleri olduğu görülüyor. Nitekim Eski Mısır inancına göre kral, kutsal bir varlık olarak kabul ediliyor, dünyadan ayrıldığında tanrıların arasına yükseliyordu. Piramit bir anlamda bu yükselişi kolaylaştıran bir şeydi.
Ruhun yaşaması için bedenin korunması gerektiğine inanan eski Mısırlılar, ölülerini mumyalıyor, krala yardımcı olması için ölü odasının duvarlarına da büyüsel işaretler çiziyorlardı. 'Yaşamı koruyan kişi' anlamına gelen heykeller, ölü odalarının içini süslüyordu. Fakat sanatın ötesinde bu heykellerin önemli bir fonksiyonu vardı; kralın maiyetine, hayatlarını bağışlıyorlardı. Zira geçmişte bir kral öldüğünde maiyeti de, kralın bedenini korumak için öldürülüyordu. Ama artık bu vazife heykellere yüklenmişti. Kralı heykeller bekliyordu.
18. Mısır Hanedanı'nın firavunu olan Akheneton, bu yaygın Tanrı fikrini tamamen değiştirdi. Tek yüce güç olarak tanımladığı Aton'a tapmaya başladı. Artık önceki firavunların görkemli halinden eser kalmamıştı. Mısır resminde de, her şeye hükmeden, diğer figürlere göre daha büyük çizilen tanrı-kral imgesi, yerini kutsanan güneşin altında eşi ve çocukları ile vakit geçiren insani-kral figürüne bıraktı. Akheneton, kendisinin tanrı-kral olduğu düşüncesini reddederek Aton'un oğlu olduğunu söylüyordu. Bazı tarihçiler, bu etkiyi Akheneton'un annesi Tia'nın İbrani soyundan gelmesine bağlıyorlar. Bazıları ise, Yusuf Peygamber'e… Fakat Mısır'da bu tek tanrı etkisi uzun sürmedi. Akheneton, tek tanrı inancını dillendirmeye başladıkça güçlerini kaybetmek istemeyen rahiplerle çatıştı. Nitekim Akheneton'dan sonra gelen Tutankahamon zamanında eski inanışlar yeniden geçerlilik kazandı.
İnsanlık, geçmiş dönemlerden bu yana Tanrı ile ilişkisini çeşitli boyutlarda kuruyor. Bu ilişki biçimleri, sanata, yaşam biçimine yansıyor. Birisi inkâr ederek, diğeri tazim ederek…
Fakat İslam inancına göre, dünyaya gelen her insan fıtrat üzerine doğuyor, ailesi ya da çevresi onu şekillendiriyor. Allah'a inanma ve onun rızasına uygun yaşama kabiliyeti insanda potansiyel olarak var. Peygamberler ve kitaplar, işte bu potansiyeli korumak üzere birer rehber. Elbette ondan haberdar olup, kulak verenlere…