Türkiye, Filistin davası konusunda hassas bir ülke. Mevcut hükümetiyle, halkıyla Filistin’de bir yaprak kımıldasa Türkiye’de yankı buluyor. Cuma namazı sonrası tel’in mitingleri, İsrail konsolosluğu önünde protesto gösterileri yıllardır alışık olduğumuz duyarlılık zeminleri. Son yıllarda bu hassasiyet sosyal medyaya da taşındı, artık bireysel kampanyalar dikkat çekiyor. Hiçbir şey yapamayan 140 karakterle saldırıyı lanetliyor, uluslararası toplumu vazifeye çağırıyor. Filistin’de babasının ölüm haberini alan bir çocuğun taze gözyaşları, evlatlarının cansız bedenine sarılan ana-babaların yürek burkan halleri dinlerin, ideolojilerin üstünde bir insanlık meselesi olarak her duyarlı insanın canını acıtıyor.
Üç İsrailli gencin ölümünü bahane ederek Filistinli Müslümanların iftar ve sahur sofralarına bomba yağdıran İsrail yönetiminin kanlı eylemleri yine yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada büyük infial uyandırdı. Avrupa başkentlerinden, Uzak Asya’ya, pek çok şehirde protesto gösterileri yapıldı. İsrail Devleti’nin politikalarından rahatsız Yahudiler de New York caddelerinde protesto gösterileri yapıyor.
Böyle zamanlarda devreye giren bir başka protesto şekli ise, ticarî boykot. Siyonizm’e destek verdiği bilinen markalara boykot çağrıları yapılıyor. Zira, gündelik hayatın hemen her alanına yerleşmiş bu markalara ödenen her kuruşun Filistinli Müslümanların üzerine yağdırılan bombanın finansmanında kullanıldığına inanılıyor. Ticarî boykotun önemine inanmayan ve bölgesel boykotun bu dev şirketler için çerez parası bile olmayacağını düşünenler de var kuşkusuz. Şimdilik onları bir tarafa bırakarak mevsimlik boykotçuluğun çelişkilerine bakalım.
Ne yazık ki, Siyonizm’e destek veren markaların boykotuna dair duyarlılık birkaç haftayla sınırlı kalıyor. Medyada Filistin’e saldırı haberlerinin yer almasıyla başlayan boykot, bir süre sonra yerini mazeretlere bırakıyor; daha iyi, daha dayanıklı, daha ucuz, daha kaliteli, daha lezzetli gibi binbir çeşit gerekçe, Filistinli Müslümanların başına yağan bombaların finansman gerçeğinin önüne geçiyor.
Burada biraz durup düşünmek lazım. Filistin’de yüzlerce masum insanın ölümüne duyduğumuz günübirlik, duygusal tepki nedeniyle başlattığımız boykot, tüm bunların kaynağı olan Siyonizm hâlâ dipdiri canlı olarak varlığını sürdürürken neden sürdürülemiyor?
Filistin’de ve dünyanın muhtelif yerlerinde Müslümanların mağduriyetlerinin gerçek sebebi tam da bu tutarsızlık ve irade sorunu olabilir mi?
Mevsimlik boykota tabi tuttuğumuz bir içecek markasının ‘İftar sofraları’mızla kendini bu derece özdeşleştirebildiği pazarlama tekniği irademizin aynası olarak kabul edilebilir mi?
Yapabildiklerimiz yetmiyor; 140 karakterle yalnızca farkındalığımızı gösterebiliyoruz, mitinglerde attığımız sloganlarla vicdanımızı rahatlatıyoruz, küçük nakdi bağışlarla Filistinlilerin yalnızca bir gününü kurtarabiliyoruz. Oysa bütün bunları yapmak yanında, Müslümanlar olarak hayatımızın her anında devreye sokabileceğimiz sarsılmaz bir irade, bilinçli bir yol tutuş ve uzun vadeli bir şuur haline muhtacız.
Siyonizm’e destek verdiğini düşünerek boykot ettiğimiz markalar bizim birkaç günlük boykotumuzla değil, ancak hayatımızdan tamamen çıkarmamızla yaptıklarından vazgeçerler. Bu gerçeği unutmadan hiç olmazsa boykotumuzu tutarlı şekilde sürdürelim.
Dünyada Müslümanları feraha erdirecek büyük fikirler, büyük siyasetler gündelik hayatın küçük detaylarıyla inşa edilebilir. Sofralarımızdaki içecekten başlayıp, dünyada bizim irademizle istikamet bulmayı bekleyen her konuda uzun vadeli, tutarlı ve irade sahibi bir duruşa ihtiyacımız var, bu açık bir gerçek.