Kazakistan’ın başkenti Astana’dan Şimkent yoluyla Türkistan’a gitmek, bir anlamda dünya değiştirmek anlamına geliyor. Başkent Astana tam bir vitrin şehir. Farklı mimari tasarımlarıyla modern binalar, refah seviyesi yüksek ülke görüntüsü aksettiriyor insana. Alışveriş merkezlerinden spor tesislerine, opera binalarından gösterişli kamu binalarına şehrin siluetini oluşturuyor hepsi. Şehirdeki pek çok bina ‘saray’ adıyla anılıyor.
Astana’dan Şimkent’e havalanırken, başka bir Kazakistan’a ineceğinizi çok da tahayyül edemiyorsunuz. Ne ki, Kazakistan gerçeği çok da uzakta değil. 1.5 saatlik bir uçuştan sonra Şimkent- Türkistan arasındaki 180 km. yolu tipik bir Kazak pastorali eşliğinde alıyor, bu sırada Kazakistan’ı tanımaya başlıyorsunuz. Gözünüzün alabildiği düz arazi üzerinde tek katlı evlerden oluşan yerleşim yerleri, oradaki hayatların ne derece mütevazı olduğunun ipuçlarını veriyor. Özellikle şehir yorgunları için dinlendirici bir güzergâh. Her zaman böyle olmadığını bilsek de, bahar Kazakistan bozkırını dahi yeşile boyamış ve biz Kazakistan’ı yeşil hatırlayacağız.
Türkistan’a geldiğimizi Astana’nın modern binalarına tezat, görkemli bir türbe siluetinden fark ediyoruz. Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi 10 kilometre uzaktan dahi görülebiliyor. Anlıyoruz ki Türkistan demek, Ahmet Yesevi demek, Ahmet Yesevi Türkistan demek. Timur döneminde yapılmış türbe, Orta Asya’da bir benzeri bulunmayan olağanüstü bir mimariye sahip. 39 metre, 10 katlı bir binanın yüksekliğine sahip olsa da, mimari yapı insanı ezmiyor. Tepesinde uçuşan güvercin sesleri ile asude bir mekân duygusu veriyor insana. Çok kısa bir ziyaret imkânımız olsa da başka bir dünyaya ait huzuru hissedebiliyoruz orada. Mezar odaları yanında dönemin âlimlerini gündelik hayattan çekip çıkaran müderris odaları mevcut. Binanın tam ortasında Timur zamanında yapılan ve cuma namazlarından sonra türbeye gelen kişilere ikram edilen şerbetin konduğu 3000 litrelik bir tunç kazan bulunuyor.
12.yy’ın başlarında doğup, 1166-67’de vefat eden Hoca Ahmet Yesevi, Türklerin İslam’ı benimsemesinde önemli pay sahibi sufi şeyh ve âlim. Dönemin hocalarından Arapça, Farsça ve İslami ilimleri öğrenmiş ve küçük yaşta gösterdiği kerametler geniş topraklara yayılmış. İslam’ın ahlaki esaslarını Türklerin anlayacağı biçimde Divan-ı Hikmet adlı eserinde anlatmış ve bu eser Orta Asya’da büyük kabul görmüş. Divanındaki 35. Hikmet, 63 yaşında Hz. Peygamber’e olan bağlılığı nedeniyle kuyu kazdırıp uzlete çekilmesinin tüm şifrelerini veriyor;
Gözüm açtım seni gördüm, bütün gönülü sana verdim,
Akrabalarımı terk eyledim, bana sen gereksin.
Söylesem ben dilimdesin, gözlesem ben gözümdesin,
Gönlümde hem canımdasın, bana sen gereksin.
Feda olsun sana canım, döker olsan benim kanım,
Ben kulunum sen sultanım, bana sen gereksin.
Alimlere kitap gerek, sufilere mescit gerek,
Mecnun'lara Leyla gerek, bana sen gereksin.
Gafıllere dünya gerek, akıllılara ahiret gerek,
Vaizlere minber gerek, bana sen gereksin.
* * *
Türbenin biraz ilerisinde Hoca’nın dervişleriyle zikir yaptığı eski bir tekke bulunmakta olup, burası aynı zamanda 63 yaşından sonra inzivaya çekildiği halvethane.
Hoca Ahmet Yesevi’nin maneviyatı, bulunduğu şehre hayır yatırımlarını da bir mıknatıs gibi çekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptırdığı cami türbenin yeşil kubbesine uyumlu bir renkte, çok yakında inşa edilmiş ve açılışı Türk-Kazak heyetleri tarafından birlikte yapıldı.
Kazakistan siyasetini yönlendiren Nur Ailesi’nin Astana’da başlayan ‘nurlu yol’u, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’nin maneviyat nuruna dönüşerek her şeyi kuşatıyor. Horasan Erenleri ile dünyanın dört köşesine yayılan hikmetlerin doğduğu topraklar, şimdi aynı hikmet esaslarıyla camiye, üniversiteye dönüşüyor, ki Ahmet Yesevi Üniversitesi yine şehirdeki en önemli Türkiye yatırımı, Türk-Kazak işbirliğinin numunesi. Bütün bunlar Hoca’nın bereketli ilminden olsa gerek.