Özgecan Aslan’ın ölümü tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Merhumenin hatırasına saygı adına bu ölümü yeniden yeniden tasvir ederek anlatmaya gerek yok. Olan biten malum. Allah rahmetini Özgecan’ın üzerinden eksik etmesin. Ailesine sabırlar versin.
Asıl konuşulması gereken, geride kalıp, bu toplumun içinde yaşamaya devam eden ve aynı atmosferi soluduğumuz, insanlıktan nasibini almamış mahlukların ne olacağı ve aynı caddeyi, aynı şehri paylaştığımız benzer ruhlu canilerin nasıl ıslah edileceği.
Söz konusu olay doğrudan bir hukuk, eğitim ve ahlak sorunu ile ilgili bir mesele. Neden hukuk? Bu tür eylemlere tevessül edenler, yaptıklarının cezasının hiçbir hafifletmeye, indirime tabi tutulmadan uygulanacağını ya da daha ağır ceza ve müeyyedelere çarptırılacaklarını bilseler bu kadar pervasız davranabilirler mi? Bu tür cezaların hiçbir surette af kapsamına girmeyeceğini bilseler bu kadar kolay cesaret edebilirler mi?
Hukuk sistemi yeniden gözden geçirilmeden, mağdur ve mazlumun yanında bir adalet mekanizması işletilmeden bu ve benzeri olayların önüne geçmek zor.
Çok yaygın bir örnek var böyle durumlarda hepimizin aklına gelen; İngiliz bir yargıç parktan geçen bir kızı korkutan adama 7 yıl, 7 gün hapis cezası veriyor. Gazeteciler ‘adam kıza elini bile sürmedi, bu ceza çok değil mi?’ diye soruyorlar. Yargıç cevap veriyor; kızı korkutmanın cezası 7 gün, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüğüne engel olmanın cezası 7 yıl diyor.
Bir minibüste tek başına yolculuk yapan bir genç kızı güven ve huzur içinde okulundan evine ulaştırabilecek bir güven ortamını tesis edecek bir hukuk düzeni oluşturmak durumundayız.
Fakat yalnızca hukuki önlemlerle mesele bitmiyor. Daha hukuka iş düşmeden insanları ahlak noktasında birtakım vasıflarla donatmak gerekiyor ki, bu da eğitim ile yakından alakalı. Eğitim yalnızca okulda olmuyor. Diziler, toplumsal kültür, bazen bir kahvaltı sofrasında anne-babanın konuşma tarzı dahi eğitimin bir parçası. Evlerin başköşesinde albenili TV dizileri, gayri meşru talepleri o derece meşrulaştırıyor, yerleşik küfür kültürü insanlara öyle bir ahlaki tefessüh yolu açıyor ki, adeta bu tür olayların yolu inşa ediliyor.
Toplumsal ahlakı diri tutmanın yolu insanlara gerçekten insan olmayı öğretmekten geçiyor. Ne kadınları eve kapatmaktan ne de pembe otobüslerden. ‘Pembe otobüs’, ayrı seyahat etme özgürlüğü isteyen kadınların talebini karşılamak, topluma bir opsiyon sunmak adına bir alternatif olabilir. Fakat yaşanan son olay ve benzerlerinin tek başına çözümü olamaz. Bütün mesele farklı cinslerin aynı ortamda temel ahlaki ve insani mesafeyi koruyarak var olabilmesinin bilincini oluşturmak. Ahlakı insani zaaflara karşı bir zırh olarak yerleştirebilmek.
Öte yandan ahlak muhafızlığını sadece kadına yüklercesine ‘pembe otobüsler’ de sorunu çözmüyor. Üstelik neden ‘mavi otobüsler’ üzerinden değil de, ‘pembe otobüs’ üzerinden meseleyi konuşuyoruz? Toplumda yaşama prensiplerini, erkek egemen bir yapıyı ve jargonu pekiştirmek çerçevesinde değil, kadını ve erkeğiyle adaletli ve hakkaniyetli bir sistem inşa etmek düzleminde, ahlaki prensipler üzerinden belirlemedikçe ve insanları ahlaki ve etik açıdan sağlam bireylere dönüştürmedikçe bu tür müessif hadiselerin önüne geçmek kolay değil.
Nitekim belki de bu konuda en temel sözü Özgecan’ın babası söyledi; ‘Her insanın vicdanı kendi jandarması olmalı.’