Türkiye’de önce Kürtler, sonra Ermenilerle ilgili yapılan açılımlar ve bu tarihi açılımları gerekli kılan ulus devlet diskuru milliyetçilik ve kökenleri üzerinde bir kere daha düşünmeyi gerekli kılıyor. Bu bağlamda ulus devletin kökenleri ve inşa ediliş sürecine dair ufuk açıcı iki kitabı dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Kitapların ilki Benedict Anderson’a ait Hayali Cemaatler. Kitabın arka sayfasında bu meselenin üzerinde durmaya değer tarafı şu şekilde özetleniyor:
‘Bugün içinde yaşadığımız dünya bir uluslar sistemidir. Çok değil, yalnızca 150 yıl önce, bugün var olan ulusal devletlerin yarısı bile henüz ortada yoktu. Son iki yüzyıldır milyonlarca insan, kendi uluslarına olan bağlılıkları nedeniyle başkalarına kin ve düşmanlık besledi, farklı ulustan insanları katletti. Bu bir yana, insanları bile bile ölüme gidecek kadar fedakâr kılan bu bağlılığı, bir ulusa ait olma duygusunu nasıl anlayabiliriz?’
Bu satırlar, Anderson’un ‘hayal edilmiş bir siyasal topluluk’ diye tanımladığı ulus meselesini irdelemek için önemli gerekçeler sunuyor bize. Ve gerçekten sınırlı hayaller uğruna insanları milliyet ve ulus için ölmeye razı eden bağlılığın mahiyetini düşünmeye zorluyor. Ulusun diğer üyelerini tanımadan, işitmeden ama bu bilinmezlik içinde toplam bir hayali yaşatan bağın ne olduğunu düşündürüyor. Türk, Alman, İtalyan olarak doğmamız irademiz dâhilinde olmadığı halde o kimlikler içinde mutlak bir hakikate dayanır gibi yaşamanın arkeolojisini yapıyor. Ulus fikrinin gelişiminde matbaanın kilit önemine vurgu yapan yazar, matbaa teknolojisinin bir rastlantıyı nasıl yazgıya dönüştürdüğünü anlatıyor.
Kitap, Türkiye gibi çokuluslu imparatorluk kimliğinden ulus-devlete geçen bir ülkenin tarihsel tecrübesini anlamak bakımından da, tümüne katılmasak da ufuk açıcı bir eser.
Bu eseri tamamlayacak bir başka kitap, Gregory Jusdanis’in Gecikmiş Modernlik adlı kitabı. Ulus devletlerin kuruluşunda edebiyatın, gazetelerin rolüne değiniyor. Ulus devletin yalnızca düzenli ordular kurarak, milli paralar bastırarak değil, ulus tasavvurunu inşa eden edebi eserler, şiir yarışmaları ve hatta bunların yayılım alanı bulduğu ortak kamusal mekânlar üreterek de tahkim edilebileceğini anlatıyor.
Milliyetçiliğin edebiyat tarihiyle olan yakın ittifakının ele alındığı kitapta ulus bilincini besleyecek bir edebi kanonunun oluşum sürecini ve milli edebiyatın nasıl ortaya çıktığını irdeleniyor. Milli bir anlatı oluştururken bazı metinlerin özellikle ön plana çıkarılması, diğerlerinin de unutturulması ile bir kanon oluşturma fikrinin pratik gerekçeleri ele alınıyor. Kitap her ne kadar Yunan modernleşmesi üzerinden milliyetçilik ve ulus devletin inşa sürecini ele alsa da, zaman zaman Türk modernleşmesini de hatırlatan atıfları itibarıyla bizi de yakından ilgilendiriyor.
Türkiye’nin güncel meselelerine fikri ve entelektüel bir arka plan sağlayacak, zaman zaman tartıştıracak, zaman zaman boşlukları dolduracak bu iki kitap milliyetçilik, ulus-devlet, Türk modernleşmesi, edebiyat tarihi, mukayeseli modernleşme konularıyla ilgilenenler için birbirini bütünleyen eserler. Özellikle de hem içeride farklı etnik ve kültürel kimlikleri tartıştığımız hem de küçülen dünyada çok kültürlü yaşam modelleri aradığımız bir çağda bize pek çok şeyi yeniden düşünme fırsatı veriyor.