Şu sıralar Kuzey Avrupa ülkelerine özenenlerin çok olduğunu biliyorum. Özellikle gençler... 90’ların sonunda ya da 2000’lerin başında Türkiye’nin refah dönemine doğan çocuklar Gezi ile başlayan sürecin yoğun siyasi ve sosyal gündemini hazmetmekte zorlanıyorlar. Kendilerini keşfetme, dünyayı anlama çağında bu çalkantılar, idrak süreçlerini daha da karmaşıklaştırıyor.
Hayvanat bahçesinde doğan fillerin haber olduğu, rehabilitasyon merkezlerindeki yaşam hikayelerinden başka haberin medya gündemine düşmediği ülkeler cezbediyor gençleri. Onlar aksiyonu gerçek hayatlarında değil, sanal dünyada seviyorlar. Sorumluluk almadıkları bir dünyanın karmaşasına tahammülleri var yalnızca.
2013 Mayıs’ında başlayan Gezi Olayları’ndan bu yana 17/25 Aralık süreci, dört önemli seçim, 15 Temmuz darbe girişimi ve komşumuz Suriye’de yaşananların doğurduğu siyasal gündem, gerçekten bir Kuzey Avrupa ülkesinde on yıllara yayılabilecek bir hareketliliği kapsıyor. Bu süreç, bu coğrafyanın insanına, gencine çok daha dinamik, aksiyoner bir tavır dayatıyor ister istemez. Coğrafya kaderdir, bu yönüyle yaşadıklarımız kaderimizdir. Fakat gençlerin, sanal dünyanın insanı pasifize eden hayali kahramanlıklarını, gerçek dünyanın mücadelelerine tercih ettiği bir zamanda, böyle bir coğrafyada yaşamanın sorumluluklarını nasıl yerine getireceğiz?
Her ne kadar 15 Temmuz gecesi, milletimizin, hususen gençlerin, yeri geldiğinde hangi sorumlulukları alabildiğini görmüş olsak da, bu ülkeyi, vesayetlerin her on yılda bir sarstığı ülke olmaktan çıkaracak esaslı bir zihniyet devrimine ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Son kırk yıldır propagandası yapılan ‘altın nesil’in, ne yazık ki Cumhuriyet tarihinin en büyük ihanetini yaptığı bir vasatta, eğitim üzerinden gelecek planları yapmak umut kırıcı olsa da, yine eğitimin kapısını çalmaktan başka yapacak bir şey yok.
Bu hay huy içinde, 2013’ten bu yana dördüncü eğitim döneminin eşiğindeyiz. Siyasal gündemin her yeri kuşattığı bir vasatta yine okullar açılıyor, yine sistem sorunlarımızla yeni bir eğitim dönemine giriyoruz.
15 Temmuz krizi, beraberinde getirdiği sosyal krizlerle başka bir evreye girerken, dinamik aklı devreye sokarak tüm sistemik sorunlarla mücadele etmek, özellikle insan yetiştirme düzenini ciddi anlamda sorgulamak durumundayız. Türkiye’yi 15 Temmuz’un eşiğine getiren sürecin din yaklaşımını, eğitim boyutunu gündelik medya gündemine kurban etmeksizin ele almalıyız.
Ankara, şu anda bütün enerjisini terör örgütünün kalıntılarını bürokrasiden temizlemeye veriyor olsa da, günü geldiğinde kullanılabilecek bir birikimi ilim ve bilim insanları oluşturmaya çalışmalı. Siyaset hepimizi kendi gündemine esir etme fıtratında belki ama eğitimciler, ilim ehli, bilim insanları ve sanatçılar kendi meselelerinin hakkını verecek bir çabanın peşine düşmeli. Tıpkı, Hanoi Matematik Enstitüsü’nün bahçesine bombalar düştüğünde dahi matematiğin grup teorisine katkı sağlama uğraşındaki Vietnamlı matematikçiler gibi... Aksi halde bir nesil daha bu gündelik tartışmaların içinde sistemin defolarından arınamadan yetişip, yine sorunlu bir geleceği inşa edecekler.