Vahim, son derece vahim; dehşet verici bir olay. Yaşananlar, “yuh artık, bu kadarı da olmaz” dedirtecek cinsten. Ama kimseden çıt çıkmıyor. Adeta herkesin üzerine ölü toprağı serpilmiş durumda.
Olay, Muş’ta yaşandı. Artık alışık olduğumuz üzere HDP’li vekillerden Ahmet Yıldırım, bir teröristin cenaze törenine katıldı. O törene de yanına aldığı PKK’lı teröristlerle birlikte gitti. İçinde bulunduğu araç aranmak istediğinde ise, ön koltukta oturanlardan birinin silahını HDP’li vekile verdiği görüldü. O da alıp beline taktı. Polise “Dokunulmazlığım var, beni arayamazsınız” dedi. Sonra da aracı görevli polislerin üzerine sürerek, olay yerinden ayrıldı.
Bunu ben söylemiyorum…
Muş Valiliği böyle bir açıklama yaptı.
Son derece rahatsız edici, gerçekten dehşet verici bir olayla karşı karşıyayız. Bir milletvekili herkesin gözünün önünde teröriste destek veriyor. Dokunulmazlık zırhından yararlanıp, onun silahını alıyor, beline takıyor ve saklıyor.
Hemen bu noktada bir açıklama yapmak lazım. Olay bir “suçüstü” halidir ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, dokunulmazlık hükümleri uygulanmaz. Savcının orada hemen müdahale edip, bu HDP’linin belindeki silahı alması gerekirdi. Bence ilgili savcı orada görevini yapmadı.
Ama ben olayın bir başka boyutundayım. Yaşananlar gerçekten vahim…
Ruhsatsız silah bulundurmak, Türk Ceza Kanunu’na göre çok ağır bir suç değil. Bu suçu işleyenler, çoğu zaman cezaevine bile girmiyorlar, küçük cezalarla durumu atlatıyorlar.
Peki, buna rağmen niçin bir milletvekili devreye girdi? Neden herkesin gözü önünde o silahı polise vermemek için çırpındı?
İşte bu noktada insanın aklına dehşet verici ihtimaller geliyor…
Acaba o tabanca “kirli bir silah” mıydı?
“Kirli silah” derken, daha önce herhangi bir olayda kullanılmış olabileceği ihtimalinden bahsediyorum…
Acaba o silah hangi olayda kullanıldı?
Acaba o silahla hangi asker ya da polisimiz öldürüldü?
Kim bilir, belki de o silah, bir değil birkaç kişinin, belki de minicik masum bir yavrunun katili!
Bir PKK’lı terörist ve bir milletvekili bütün gözler üzerlerindeyken böyle bir alış-veriş yapıyorlarsa eğer…
Bu işin altında çok daha büyük bir pislik var ve o silah balistik incelemeden kaçırılmaya çalışılıyor demektir. Bence yok başka bir izahı!
Ve bunun mutlaka araştırılıp ortaya çıkarılması gerekir.
Ahmet Yıldırım, “terör örgütünün propagandasını yapmak” dahil, pek çok suçtan hakkında fezleke bulunan bir isim. Bu sebeple Cumhuriyet Savcılığı tarafından ifadeye çağrıldı. Ancak, bu davete uymadı.
Niye?
Selahattin Demirtaş’ın ifadesiyle, bu çağrıyı “hukuksuz buldukları” için! Bunların hiç biri ifade vermeye gitmeyecekmiş.
Şu densizliğe, küstahlığa ve pervasızlığa bakın:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kafa tutuyorlar. Terör ve terörist destekçiliğini sürdürüyorlar. Hukuka karşı direniyorlar, savcılık kararlarına uymuyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti bir aşiret devleti değil. Hukuka uymuyorlarsa, bütün medeni ülkelerde olduğu gibi uydurulacaklar.
Var mı bunun başka bir yolu?
Bunlar milletvekili seçildiler, bu doğru. Ancak, milletin vekilliğini yapmıyorlar. Millete silah doğrultan teröristler ile alçakça ve kahpece vuran canlı bombalarla sarmaş dolaş geziyorlar.
İzin verilebilir mi buna?
Ya da dünyanın neresinde kim izin verir?
İfade vermeye gitmiyorlarsa götürülecekler. Terör ve teröriste verdikleri desteğin bedelini ödeyecekler.
Demokrasinin ve hukukun gereği bu!
Her şeyi bir tarafa bırakın, insanlığın binlerce yıldır oluşturduğu kadim değerler, bu terör destekçilerine “dur” demeği gerektiriyor. Bu bir mecburiyet, hatta insan olmanın kaçınılmaz gereği.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuru gürültüye ve bunların tehditlerine pabuç bırakacak değil elbette. İnsanımızın kahpe pusularda can vermediği, terörden arınmış bir ülke istiyorsak, sadece dağdaki silahlı eşkıya ile mücadele etmek yetmez. Onların destekçilerine de dokunmak ve “dur” demek zorundayız.