Dünkü yazımda Devlet Bahçeli’nin seçim çağrısını “İkinci Bahçeli Bombası” olarak değerlendirmiştim. Gerçekten de dün 2002’de yaptığı seçim çağrısını geride bırakacak, tesiri son derece yüksek bir bomba patladı. Ülkenin gündeminde hiç yokken, Türkiye’nin 24 Haziran’da seçime gitmesi kararı alındı.
Bir başka şekilde ifade edersek…
Bahçeli’nin verdiği pası ve CHP’nin “hodri meydan” çağrısını çok iyi değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, topu doksandan ağlara taktı.
Şimdi hazırlıksız yakalanan, Cumhurbaşkanlığı için henüz bir aday bile belirlememiş olan başta CHP olmak üzere muhalefet düşünsün! Önümüzde iki ayları var. O süreyi diledikleri gibi değerlendirebilirler!
***
Bu gelişmelerin ışığında önümüzdeki günlerde muhalefet cephesinde neler olacağını şimdiden rahatça söyleyebilirim…
“Erdoğan salı günü TBMM Grubu’nda 2019’dan bahsetmişti, nasıl oldu da bir günde karar değiştirdi!” diyecekler?
Ortada bir “danışıklı dövüş” olduğunu söyleyecekler.
Devlet Bey’e çok sert ifadelerle yüklenecekler.
Sürekli olarak “OHAL şartları altında yapılacak bir seçim demokratik olmaz” görüşünü dillendirecekler. 24 Haziran’da yapılacak üniversite sınavları üzerinden eleştiriler geliştirecekler.
Haziran’da seçim kararıyla ilgili olarak “Bu seçim değildir, bunun adı baskındır” iddiasında bulunacaklar.
Hep dünü ve dünkü tavırları hatırlatacaklar. “Hani seçimler zamanındaydı?” sorusunu soracaklar. Kısacası çok ciddi tepkiler gösterecekler. Çünkü, yaptıkları meydan okumalara rağmen seçime hazır değiller. O meydan okumaların altında kaldılar. Seçim öncesi bütün şartlar muhalefetin aleyhine.
Dün kameraların karşısına çıkan CHP Sözcüsü Bülent Tezcan, kamuoyunun önünde bunun ilk örneklerini verdi!
***
Devlet Bahçeli’nin 26 Ağustos’ta seçim çağrısı yapmasının ardından hep bir konunun altını çizmeye çalıştım…
“Seçim” sözcüğünün tehlikeli bir kelime olduğunu söyledim… Seçimin dillendirilmesinin ardından geri adım atılmasının çok zor ve sıkıntılı olduğunu anlatmaya çalıştım… Aksi takdirde muhalefetin “seçimden kaçıyorlar” diye bastıracağından bahsettim…
Hep aynı ifadeleri kullandım:
“Macun tüpten çıktıktan sonra içeri sokmak zordur; ya da cin şişeden çıkınca geriye dönüş olmaz.”
Tabii ki tecrübeli bir siyasetçi olan Erdoğan da bunu çok iyi biliyor. Bir yandan iç ve dış sıkıntılarla uğraşırken, seçim baskıları altında ülkenin yönetilmeyeceğinin de farkında.
O yüzden siyaseten en doğru kararı aldı. “Madem seçim gündeme geldi, muhalefet de bunu istiyor” dedi ve mümkün olan en erken gün 24 Haziran’da karar kıldı. Tereyağından kıl çeker gibi meseleyi halletti.
Erdoğan, siyaseten son derece akılcı ve doğru bir adım attı. Bu iş daha fazla uzasaydı, hem ekonomide hem de dış siyasette son derece ciddi sıkıntılar bizi bekliyordu.
***
Şimdi bir de pusuda bekleyenlerden söz edelim…
“Halen bir Cumhurbaşkanı adayınız yok” diyenlere ne cevap veriyordu Kemal Kılıçdaroğlu? “Ne acelemiz var” diyordu. Pek çok çevre de yerel seçimlerin sonucu görülmeden bir aday çıkarılmasının doğru olmadığı yönünde değerlendirmeler yapıyordu.
Bu arada birtakım kalemler Abdullah Gül adını gündeme taşımaya çalışıyor, Erdoğan’ın karşısına Gül’ü çıkarmanın hesaplarını yapıyordu. Abdullah Gül de “hayır adaylığı düşünmüyorum” demediği için onlara cesaret veriyordu.
Hesap şuydu:
“Pusu” kuranlar, öncelikle yerel seçim sonuçlarını görmek istiyordu. Orada AK Parti’nin bir sendeleme göstermesi halinde Abdullah Gül gibi isimlerin cesaretlenecekleri değerlendirmeleri yapılıyordu.
Ne oldu şimdi?..
O hesap da suya düştü! Cumhurbaşkanlığı seçimi için “pusuya” yatanlar, ciddi hayal kırıklığına uğradı!
***
Bence son derece doğru bir karar verildi. İstikrar muhafaza edildi, ülke ve vatandaşlar karşılaşması muhtemel sıkıntılardan korundu. En önemlisi de 2019 Kasım’ına kadar yaşayacağımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş süreci erkene alınıp, iki aya indirildi. Taşların yerine erken oturması sağlandı ve ülkenin hareket kabiliyeti artırıldı. Sonuçta Türkiye kazandı.
Hayırlı olsun…