2002 Yılı idi. AKŞAM Gazetesi’nden ayrılmış, TV 8’e Ankara Temsilcisi olarak geçmiştim. Daha birkaç gün olmuştu ki, eski bakanlardan Gürcan Dağdaş aradı:
-Emin, Habertürk’te yazılanları gördün mü?
“Hayır” deyip, ne olduğunu sordum. “Sen kendin baksan daha iyi olur” dedi.
Habertürk İnternet Sitesi’ni açtım. Beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü benim hakkımda aynen şu ifadeler yer alıyordu:
“Emin Pazarcı, AKŞAM’dan kovuldu. Koray Aydın’la iş ortağı olduğu tespit edildi. Yakında Vurgun İddianamesi’nde de adı geçecek.”
Külliyen yalan ve iftiraydı…
O gün yaşadıklarımı hiç unutamam. Öylesine etkilenmiştim ve üzülmüştüm ki, bir yerime inme bile inebilirdi!
Sonra dava açtım. Yazılanların iftira olduğunu ispat ettim. Kazandığım tazminatın yarısını Habertürk’ten, yarısını da o dönemde İnternet Sitesi'nin sorumlusu olan Hakan Aygün’den tahsil ettim.
Ama neye yarar...
Bunların hiçbiri o gün yaşadığım şok ve günler süren ağır üzüntünün karşılığı olamaz.
* * *
İşte o yüzden, bugün iftirayla karşı karşıya kalanların neler hissettiklerini çok iyi anlıyorum.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakalım…
Hakkında öyle şeyler yazılıyor ki, yenir, yutulur ve kaldırılır gibi değil. Hakaretin bini bir para. Hele sosyal medyada fren mekanizması falan da yok. Yazılıp çizilenler, sağda soldaki it-kopuk takımının bile dillenirken yüzünün kızaracağı cinsten!
Gezi Olayları’ndan sonra Ankara’da yaşananların ardından Kızılay’a inip gezmiştim. Sokaklara yazılan Erdoğan yazılarını gördüğümde dehşete düşmüştüm.
“Çirkin” kelimesi hafif kalırdı, tek kelimeyle iğrençti.
Ama biz bunları hiç tartışmadık…
Buna karşılık o gün bu gündür, Erdoğan’ın açtığı davaların çetelesini tutuyorlar. Ne kadar hoşgörüsüz olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. Cumhurbaşkanı’nın “eleştiriye tahammülsüzlüğü” üzerine yazılar kaleme alıyorlar…
Eleştiri değil ki onlar. Küfür, hakaret ve iftira!
Üstelik Erdoğan’a kızanlar, sıkıştıkları zaman kendileri mahkemeye koşuyorlar. Örnek mi istiyorsunuz? Bunları yazanların patronu Aydın Doğan. O da sık sık mahkeme kapılarını aşındıran isimlerden.
Parelel Yapı’nın da durumu farklı değil. Fetullah Gülen’in yaptığı suç duyuruları ve açtığı davalar, Erdoğan’a rahmet okutacak cinsten.
Söylemlerine bakarsanız, Erdoğan son derece hoşgörüsüz bir Cumhurbaşkanı! Eylemlerine bakarsanız, yaptıkları az bile!
* * *
Aslında bütün mesele dönüp dolaşıyor, “Erdoğan hazımsızlığına” gelip dayanıyor. Basın özgürlüğü savunuculuğu falan da hikâye! Örnek mi istiyorsunuz, bizzat ben yaşadım. Erdoğan’a karşı “basın özgürlüğü” nutukları atan MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, yazdığım bir yazı sebebiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Neymiş, “adil yargıyı etkilemeye” çalışıyormuşum! Tabii takipsizlik kararı verildi.
Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Hele hele “özgür basın” diye ortalığı ayağa kaldıran Paralel Çete’nin yaptıklarının haddi de hesabı da yok.
Sövüyorlar, saldırıyorlar, hakaret ve iftiralar atıyorlar. Bunun karşılığında, son derece medeni eleştirilerle karşılaştıklarında bile mahkemelere koşuyorlar.
* * *
Ben de yıllardır yazı yazıyorum. Bu meslekten ekmek yiyorum. Basın özgürlüğünün karşısında yer almam eşyanın tabiatına aykırı.
Ancaaakkk…
Hakaret ve iftira gibi eylemleri basın özgürlüğü içinde değerlendiremediğim gibi, mesleğin yüz karası olarak görüyorum!
Hele hele, dünya üzerindeki hiçbir din ve kültürün kabul etmediği “iftira” eyleminin bir insanlık problemi olduğunu düşünüyorum!
İşte bu yüzden “kim kime ne kadar dava açmış” diye çetele tutacağımıza, aynaya baksak çok daha iyi olacak. Ne bizim, ne de bir başkanının önüne gelene iftira atıp, hakaret etme gibi bir hakkımız yok ki!
Gelin önce bu doğrunun üzerinde birleşelim. Zaten o zaman ortada herhangi bir problem de kalmayacak.