2008 Yılı idi. Çalıştığım gazete henüz tamamen Cemaat’in kontrolüne girmemişti. O günlerde türban tartışmaları, Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden biriydi. Gözler, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın hazırladığı “Türban Raporu”ndaydı.
Beklenen gün geldi. Osman Can, hazırladığı raporu Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na verdi.
Ve odama Cemaat’ten bir arkadaş girdi:
-Abi biz uğraşıyoruz ama sen de yardımcı olur musun? Raporu veya raporun içeriğini alabilir miyiz?
“Olur, bakarım” dedim, odamdan çıktı.
Çok kısa bir süre sonra tekrar geldi:
-Ye yaptın abi? Önemli bir konu bu! Kimseye ulaşabildin mi? Ben polisteki arkadaşlara da sordum. Onlardan da bir bilgi alamadım.
Şaşırdım, alabildiğine yadırgadım!..
Düşünebiliyor musunuz? Anayasa Mahkemesi’nde bir rapor hazırlanıyor. “Gazeteci” arkadaş polisteki haber kaynaklarını arıyor. Polise soruyor:
-Raporun içeriğiyle ilgili bana bilgi verebilir misiniz?
Niye, ne alaka? Polisle Anayasa Mahkemesi’nin ya da Anayasa Mahkemesi’nde hazırlanan bir raporun ne ilgisi var?
Ne yazık ki var! Çünkü o günlerde polisin içindeki bir yapı her yerde at koşturuyordu. Devletin en tepe noktalarına kadar burnunu sokmuştu. Dinliyor ve takip ediyordu. Telekulak her yeri kontrolü altına almıştı.
İşte bu yüzden Anayasa Mahkemesi’nin bir raporu bile polise soruluyordu!
O günlerde yaşadığım bu olayı bazı gazeteci arkadaşlarımla paylaşmıştım. Benim gibi onlar da şoke olmuştu.
Çarkın nasıl işlediği çok açıktı:
Devlet gücü kullanılarak, hukuka aykırı bazı bilgiler toplanıyordu. O bilgiler ise, devletle değil, başka odaklarla paylaşılıyordu. Gerektiğinde de belli başlı medya organlarına servis ediliyordu.
Aradan yıllar geçti…
O yapı iyice dal budak sardı. Eski munis görüntünün yerini tehditkâr ve saldırgan bir üslup aldı. Nihayet, ülkeyi ve devleti tehdit noktasına geldi. Şimdi, Türkiye’de siyaseti tanzim etmeye çalışıyor.
- - -
Ne demişti Fethullah Gülen son açıklamalarından birinde:
“Bana akşamüstü bir telefon geldi. Dediler ki, nefsine uyarak bir alüfte (fahişe) ile buluşmaya gidiyor. Türkiye’de onu tanıyan bir arkadaşa telefon ettim. Kalk dedim, gece yarısı deme evine koş git. Bu komplo meselesi ise şayet, günümüzde geldiği konuma gelemezdi. Bu mevzuda belki de 10 tane hadise sayabilirim.”
Ne demek şimdi bu?
Gülen, “10 tane benzer hadise” sayabilmekten bahsediyor…
Demek ki, kendisine son derece güçlü ve güvenilir bir bilgi akışı var. Baksanıza, milletin apış arasıyla ilgili gelişmelerden bile haberdar! Nasıl oluyor bu? Nereden alıyor bu bilgileri? Kim ya da kimlerle irtibat halinde?
Bu durumda sormak lazım:
Fethullah Gülen Hoca’nın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a karşı düzenlenen kaset komplosunun arka planı hakkında da bilgileri var mı? Son seçim öncesi MHP Başkanlık Divanı üyelerinin internete düşen uygunsuz görüntüleri için ne diyor?
Türkiye, her iki olayı da çözemedi.
Anlattıklarına bakılırsa, Fethullah Gülen ve Cemaat el atarsa bu meselelerin çözümüne katkı yapılabilir gibi görünüyor.
- - -
Başbakan’ın, birkaç gündür kullandığı ifadeler çok önemli. “Dindarlık kisvesi altındaki örgütlerden” söz ediyor. “Bunu da halledeceğiz” diyor:
-İninize gireceğiz, ininize… Didik didik edeceğiz…
Yetmiyor, bitmiyor, Türkiye’ye karşı “uluslararası bir operasyonun” varlığından söz ediyor.
Bunlar çok önemli sözler!
Cemaat’in bir yayın organında yazılar yazan ve “sözcü” konumunda olan yazarın da dediği gibi bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!