Nisan ayının sinemaseverler için en güzel ritüeli olan İstanbul Film Festivali yarın sona eriyor. Festival filmlerinden bazıları önümüzdeki günlerde vizyonda da seyirci ile buluşacak ancak vizyonda göremezsek kenarda köşede kalmaması adına bir şekilde bulunup izlenmesi gereken en beğendiğimiz filmlerden kısa kısa bahsedelim istedik.
Paris Büyüsü
Henüz bir Dominique Abel ve Fiona Gordon filmi izlemediyseniz çok şey kaçırmış olabilirsiniz. ‘Rumba’ ve ‘Fairy’nin yönetmenleri Abel ve Gordon çifti yine kendilerinin yazıp yönettiği, baştan sona kahkaha ve her anı absürdlüklerle dolu komedi filmi ‘Paris Büyüsü’ (Paris pieds nus) ile karşımızda. Huzur evine yerleştirilmemek için Kanada’da yaşayan yeğeni Fiona’ya mektup yazan Martha, yardım çağrısını alıp yollara düşen Fiona ve Paris’te yollarının keşistiği Dom.. Hayatın karşılarına çıkardığı bir hayli enteresan tesadüfler, bu üçlünün birbirlerini bulma çabalarıyla birleşince işler daha da eğlenceli bir hal alıyor. Yakın zamanda kaybettiğimiz efsane oyuncu Emmanuelle Riva’nın da yer aldığı film, zekice yaratılan durum mizahı ile festivalin antidepresan kuşağının hakkını sonuna kadar veriyor. Bu arada komedi sevenler için Abel ve Gordon çiftinin diğer filmlerinin DVD’lerini de bulursanız kaçırmayın!
Rock’n Roll
Bu sene festivalde gülmekten karnımızı ağrıtan diğer film yine bir Fransız yapımı olan ‘Rock’n Roll’. İlk defa ‘Jeux d’enfants’ (Cesaretin Var mı Aşka) filminde birlikte izlediğimiz Guillaume Canet ve Marion Cotillard çifti yıllar sonra yeniden birlikte kamera karşısına geçerek, orta yaş krizi ve günümüzdeki gençleşme sevdasının sinema sektöründeki yansımalarına akla zarar bir mizah anlayışıyla değiniyor. Filmin yönetmenliğinin yanı sıra senaryoda da imzası olan Guillaume Canet, kendini canlandırdığı bu rolde, bugüne kadar izlediğimiz filmlerindekinden bambaşka ve çok daha eğlenceli bir yüzünü gösterirken dış görünüşe ve yaşlanmamaya kafayı takmış insan tiplemesine dair nokta atışı tespitlerde bulunuyor. Görüyoruz ki yadırgadığımız, güldüğümüz ve hatta eleştirdiğimiz bazı şeyler aslında o kadar evrensel ki..
Manifesto
Bu film, Cate Blanchett’in oyunculuğuna neden hayran olduğumuzu adeta yine yeniden hatırlatıyor. Julian Rosefeldt’in video enstalasyonundan uzun metraja uyarlanan film, sanatın tanımı, ne olduğu ve nasıl algılanması gerektiği hakkında söylenmiş ünlü manifestoları oldukça ilginç mizanzenlerle karşımıza getiriyor. Evsiz bir adamdan Rus koreografa, haber spikerinden fabrika işçisine, ilkokul öğretmeninden bol dövmeli bir punkçıya kadar birbirinden apayrı karakterlerden işitildiğinde absürd kaçabilecek tüm söylemler ve sahneler, kendi içinde muazzam geçişlerle kafamızdaki sanat ve sinema olgusuna atıfta bulunuyor.
Kaygı
‘Kaygı’ bir televizyon kanalında kurgucu olarak çalışan Hasret’in yıllar önce bir trafik kazasında kaybettiği anne ve babasının ölümünün ardındaki gizemi sorgularken, yaptığı iş dolayısıyla maruz kaldıklarının iç dünyasındaki yansımalarını merkezine alıyor. Ceylan Özgün Özçelik’in kendi yazıp yönettiği film, toplumsal hafızamızın tozlanıp unutulan köşelerine yeniden uğraması ve Türk sinemasında çok fazla ele alınmayan bir konuyu beyazperdeye taşıması itibariyle dikkate değer bir ilk film.