Suriye'de son aylarda büyüyen gerginlik, bizim açımızdan bir başka ülkenin topraklarında ortaya çıkan sıradan bir istikrarsızlık olarak tanımlanabilecek uzaklıkta değil. Her şeyden önce bu topraklar, Türkiye'nin doğal coğrafi uzantısı ve üzerinde yaşayan insanlar da akrabalarımız, dostlarımız. Kaldı ki, Türkiye'nin bölge ile ciddi ekonomik ilişkileri var. Siyasi bakımdan da bir süredir Suriye yönetimi ile önemli bir müttefiklik ilişkisi kurmuş durumdayız. Ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptığımız, vizeleri kaldırdığımız, dünya kamuoyuna karşı bir anlamda sorumluluğunu aldığımız bir ülke, Suriye. Bu nedenle durum kritik ve Ankara oldukça riskli kararlar almak zorunda. Bir özet değerlendirme yapalım.
1 Arap Baharı olarak nitelendirilen son gelişmeler her ne kadar daha fazla demokrasi, insan hakları gibi kavramlar etrafında tarif edilse de, Mısır, Tunus, Bahreyn, Libya gibi ülkelere bakıldığında henüz devrimci adımlar atıldığı söylenemez. Yani iyi bir örnek üretilmesi söz konusu değil. Değişimin gelişmeye dönüşmesi için bir süre daha beklemek gerektiği bilinse de, bölge halklarında giderek bir umutsuzluğun doğmaya başladığı görülüyor. Bir gerçek var ki yönetim daha önce çıkan ayaklanmaları da şiddetle bastırmayı tercih etmiş, kanlı buluşmalara alışkın bir gelenek var. 1982 yılında gerçekleşen ve Hama katliamı olarak bilinen Sünni ayaklanmasında ölü sayısının 10-20 bin civarında olduğu, çatışmada kimyasal silahların dahi kullanıldığı, teslim olun çağrısına uymayan tüm sivil halkın yok edildiği biliniyor. Bu nedenle Cengiz Çandar'ın 'Esad Krallığı' olarak adlandırdığı bu rejimin muhaliflerine karşı acımasız davranacağından kimsenin şüphesi yok. Nitekim ölü sayısı da her gün artıyor. Sokakların sesinin biraz da çekingen bir gürlükle çıkması bu yüzden.
2 Rejimlerin sertleşmesindeki en büyük etken yeterli ve meşru desteği bulamaması, dolayısıyla da özgüven sahibi olamaması. Suriye'de de Nusayri azınlığın kontrolünde bir yönetim var ve %10'luk kitlenin temsilcileri, %70'in üzerinde nüfus oranına sahip olan Sünni Müslüman topluluğa hükmediyor. Böylesi bir kontrol kuşkusuz katı biçimde yapılandırılmış güvenlik güçlerini ve muhaberat olarak bilinen güçlü istihbarat servisini kaçınılmaz kılıyor. Baas'ın yarattığı kuşatıcı ve birleştirici iklimin son dönemlerde kırılması ve etnik, dinsel alt kimliklerin giderek daha fazla ön plana çıkmasıyla, iç gerilimler artıyor. Kısaca düzenin bu şekilde barışçıl biçimde sürmesi bir anlamda imkansız hale geliyor.
3 Her ne kadar Beşşar Esad, 2000 yılında yapılan anayasa değişikliği sonrasında %97 oy oranı ile seçilmiş olsa da, şimdiki durum 11 yıl öncesinden çok farklı. Beşşar, tanınmış bir Sünni aileden gelen eşi Esma ile evlenerek iki inancı bir araya getiren bir aile kursa da, bugünlerde eski popülaritesi yok. Rejimi değiştirmesi umuduyla seçilen kişinin rejime teslim olduğu, hatta rejimin ana savunucusu haline geldiği inancı yaygınlaşıyor. İlk başlarda, Suriye derin devletinin Beşşar'a rağmen protestoculara ateş açtığı, 48 yıldır süren olağanüstü hali kaldıran Beşşar'ın daha özgürlükçü tutum takınacağı düşünülse de, şimdilerde oklar kendisine de çevrilmiş durumda. Esma Esad'ın ise Londra'ya kaçtığı söylentileri var. Bu noktada Esad'ın iktidarda kalmak için özgürleştirici tedbirlere mi, yoksa özgürlükleri kısıtlayıcı önlemlere mi yöneleceği bilinmiyor.
4 Suriye'deki durumun uluslararası perspektifini de hesaba katmak gerekiyor. Bu ülke ile en az bizim kadar İran da ilgili ve belki bugünkü rejimin en büyük destekçisi onlar. İran'ın İsrail ile hesabını Suriye üzerinden kesmek gibi bir yaklaşımı var. İran, var olan rejimi yani sistemi; Türkiye ise Beşar Esad'ı desteklemekten yana. Bunu kuvvet kullanarak ya da teşvik ederek, destekleyerek yapmak mümkün. Lakin yapılacak bir girişimin başarısızlığa uğraması, ülkeyi İran'a teslim etmek anlamına geliyor, ki bu Batı açısından kabul edilemez bir risk. Bu bakımdan Türkiyesiz bir girişimin başarı şansı yok. Türkiye'nin destekleyerek dönüştürmekten yana sürdürdüğü tavrının etkili olması eldeki en ciddi alternatif.