11 Eylül saldırısı ve ardından gelen Irak savaşının ABD'deki etkileri akademia ve medyada çok yoğun tartışılsa da, İngiltere'deki yansımaları fazla ele alınmadı. Oysa İngiltere de bu sürecin en önemli aktörleri arasındaydı ve savaşla birlikte Blair hükümeti gerek dış, gerekse iç politikada ciddi baskılarla yüzleşmek durumunda kalmıştı. Olumsuz yansımaların yükünü omuzlama sorumluluğunu taşıyan kişi ise, George Bush ile birlikte Irak müdahalesine yeşil ışık yakan Tony Blair idi. Blair, 2003 yılındaki müdahalenin ardından Bush'un adamı olarak anılmaya başlandı, prestijini yitirdi ve sert eleştirilere maruz kaldı. Hem Başbakanlığı hem de İşçi Partisi'ni bırakarak, siyaset kulvarından çıkmak durumunda kaldı.
Oysa Blair, İşçi Partisi'ni 18 yıl aradan sonra iktidara taşımış ve 1812'de Lord Liverpool'dan bu yana İngiltere Başbakanlığı'na seçilen en genç insan olmuştu. 43 yaşında geldiği başbakanlığı süresince toplumsal prestiji ve kişisel liderliğine olan inanç, partisine olan desteğin üzerindeydi. 'Uyguladığı politikalar, dünya düzeyinde etkiler yaratıyor, sağ, sol, liberalizm, keynesçilik, sosyal demokratlık gibi birçok kavram, ona referansla yeniden tanımlanıyordu. Öyle ki, Blairizm, ansiklopedik bir terim olarak, literatürün en popüler söylemi haline gelmişti. Penguin Kitabevi'nin İngilizce sözlüğü Blairizm'i hummalı tartışmalardan sonra, geleneksel sosyalizmin dönüşmüş bir biçimi olarak tanımlamıştı'.
Kimilerine göre 'Blair'in tarzı aslında yumuşatılmış ve pantolon giyinmiş bir Thatcherizm'den başka bir şey değildi. Yani yeni bir durum arz etmiyordu. Oysa kimileri onu sağ ile solu birbirine yaklaştıran ilginç bir harmanın mimarı, üçüncü yolun teorisyeni olarak görüyordu. Blair, üçüncü yolu dış politika alanına da taşımaktan kaçınmadı. ABD ile ilişkilerinde Almanya ve Fransa gibi karşı duruş sergilemek yerine, yönlendirici müttefik rolüne soyundu. Ona göre, ABD karşısına çekilecek her seti yıkabilecek güçteydi ve karşı gelmek devrilmeye yol açabilirdi. Onunla birlikte yürümekse, yönlendirebilecek aklın varlığı halinde, büyük bir silahı kendi eline almak anlamına gelecekti. Irak savaşı, bir test alanıydı.'
Blair, kanımca müttefiki Bush'un yarattığı dünya çapındaki olumsuz imajın bedelini ödedi. Buna karşın 3 defa seçildiği başbakanlık süresi boyunca İngiltere'yi dış politikada çok daha etkin bir pozisyona getirmeyi başarmıştı. ABD ve Rusya ile olduğu kadar AB ile de mesafeli bir ilişki şekillendirmeyi tercih etmişti. İngiliz iç politikası açısından bakıldığında ise Asgari Ücret Kanunu'nu, İnsan Hakları ve Enformasyon yasasını çıkartan, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda parlamentolarına geçit veren düzenlemeleri onaylayan kişiydi. Yıllardır ülkesinin kanını emen IRA terörüne de beklenmedik bir yaklaşım sergileyerek son vermişti. Teröristlerle masaya oturduğu için eleştirilse de kanı durdurmayı başaran kişi oydu.
İstanbul Bilgi Üniversitesi önceki gün işte böyle bir ismi ağırladı. Artık Ortadoğu dörtlüsünün bir üyesi olan Blair, enerjisini İsrail-Filistin meselesi ve Arap Baharı gibi konulara kaydırmıştı. Konuşmasında Küreselleşmenin Getirdiği Fırsatlar ve Risklerden bahsederken Türkiye'nin büyüyen gücünden, dünyanın ekseninin Doğu'ya doğru kaymasından ve küresel ekonomik sorunlardan dem vurdu. Dinamizmi ve hitabetiyle salonu dolduranlardan olumlu puan aldığını söyleyebilirim.
Lakin bir paragraf da Cherie Blair'e açmadan geçmek istemiyorum. Liderliğin günümüz dünyasında iki kişilik bir şey olduğunun ayaklı performansı gibiydiler. Bayan Blair, ülkesindeki en önemli hukukçulardan birisi. Dünya çapında insan hakları davalarını ve kadın sorunlarını izliyor. Türkiye'deki kadın problemi ve özellikle de türban sorunu hakkında müthiş bilgi sahibiydi. Türkiye'deki tartışmaların vasatlığıyla, Cherie Blair'in yaklaşımı arasındaki derinlik farkı ise oldukça çarpıcıydı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'ndeki etkinliğe katılan herkes Tony Blair'i beğendi, Cherie Blair'e ise hayran kaldı.
Not: Tırnak içindeki cümleler 2006 yılında AKŞAM Gazetesi'nde yazdığım 'Blairizim'in sonu mu' başlıklı yazıdan alıntıdır.