O tarihten sonra gündüzler uzamaya geceler kısalmaya başlar. Karanlığın aydınlığa yenik düştüğünün göstergesidir bu dönüşüm bir anlamda. Tam da bu sebeple baharın ve yeniden doğuşun müjdecisidir Nevruz. Umutla, iyimserlikle doldurur yüreğimizi. Bahar güzeldir, kapıya dayandığını bilmek bile ısıtır insanın içini.
2013 yılı baharını Öcalan'ın Diyarbakır'da yapılan Nevruz mitingindeki çağrısıyla karşıladı Türkiye. "Silahlar sussun, siyaset konuşalım" mesajıyla başladı İmralı'dan gelen mektup. Sonra silahlı unsurların sınır dışına çekilmesini isteyerek, "bizim kavgamız, baskıya ezilmeye, geri bırakılmışlığa karşıydı" söylemiyle devam etti. 'Bakalım mektuptaki çağrılar nasıl bir karşılık bulacak? Öcalan'ın talepleri örgüt içerisinde bir tepki doğuracak mı? Öcalan hâlâ hareketin lideri mi değil mi?' göreceğiz. Biz de bu vesileyle Diyarbakır Nevruz buluşmasını kısaca değerlendirelim.
1- Nevruz Diyarbakır'da her zaman olduğu gibi çok geniş katılımla ve coşkuyla kutlandı. Meydanda kavga gürültü yoktu ama bir semboller savaşı vardı. Yüzleri maskeli PKK'lılar tıpkı Habur'daki gibi rol çalmaya ve bir barış gününde "savaşçı" kimliklerini ortaya koymaya çalıştılar. Türkiye'de barışma sürecine yönelik ne kadar muhalefet varsa, aynı oranda muhalifin de PKK çizgisinde barındığını belirtmeye gerek yok. Türkiye'nin batısında bu süreci bir yenilmişlik olarak görenlerle, doğusunda aynı hisleri duyanlar arasında bir fark bulunmuyor. Sonsuza kadar savaşmak gerektiğini düşünenler her iki tarafta da var ve aslında argümanları aynı: "Davadan dönülmez". Her iki tarafta da savaştan bıkanlara hain damgası vuruluyor, her iki tarafta da siyaset değil, silah kutsanıyor. Yok aslında birbirlerinden bir farkları, ruhen birbirlerine çok benziyorlar.
2- Miting meydanında Türk bayrağının olmaması, eğer kötü niyet yoksa bir "akıl zafiyeti", kötü niyetle yapıldıysa "sabotaj" olarak okunabilir. Oradaki görüntüleri 70 milyon insan izliyor ve bu organizasyonun tertip komitesi de bunu biliyor. Barış, hukuki, askeri, politik falan değil; düpedüz psikolojik bir süreç. Toplumsal psikolojiye zarar verebilecek her türlü girişim, süreci baltalamaya yönelik kabul edilir. Öcalan hapisten Misak-ı Milli çağırısı yaparken, o coğrafyayı birleştiren bayrağı yok saymanın politik sonuçlarını iyi okumak gerek. (Belki çaycı öyle organize etmiştir!) Dedeleri Balkanlar'da, Çanakkale'de, Sarıkamış'ta o bayrak adına can veren insanların bu yaklaşımı mezardakilerin ruhlarını sızlatmıştır eminim. Bir dahaki Nevruz'un daha farklı bir ruhla kutlanacağı umuduyla, bu seferlik bu görüntüyü unutmak istiyorum.
3- Öcalan'ın mektubu, önce Kürtlere, sonra tüm Türkiye halkına ve nihai aşamada sınır dışına da yönelik bazı mesajlar içeriyor. Tarihi ve İslami duyarlılıklara, sınıfsal temalara, dışarıdan planlanan emperyalist oyunlara değiniyor. Devlete yönelik herhangi bir pazarlık mesajı yok. Tek taraflı, karşılık beklenmeyen bir metin ve muhalefetin eline koz vermemek için de gayret edilmiş görüntüsü veriyor.
4- Öcalan'ın mektubu bir son değil, bir başlangıç ama kuvvetli bir başlangıç. Bu çağrı örgütün tamamını ikna edemeyebilir; sınır dışına çekilme zaman alabilir; bu süre zarfında çeşitli provokasyonlar söz konusu olabilir. Lakin bu noktadan sonra her türlü karşı çıkış örgütün parçalanmasını ve örgüt içi çatışmayı göze almak anlamına gelecektir. Halk barışı tercih ettiği müddetçe, o insan selinin karşısına çıkacak bir güç olamayacağından, tabanı yanında tutanın kazanacağını şimdiden söyleyebiliriz.