Başbakan Erdoğan'ın yanında 300 işadamıyla birlikte sürdürdüğü Afrika gezisi Türkiye'de fazla ilgi görmese de dünyanın önemli aktörleri ve uluslararası medya tarafından dikkatle izleniyor. Ulusal medyamızın dünyanın neresine gidilirse gidilsin sorduğu sorular değişmediğinden,
Gabon'dan aktardığı bilgiler Balyoz davasında gelinen aşamaya ilişkin. Görüldüğü kadarıyla 'bize her yer Türkiye' ekolünü sürdürüyoruz. Herhangi bir
gazeteden Afrika'daki temaslarının stratejisine dair bir bilgi alabilsek çok iyi olurdu ama maalesef instagrama yüklenmiş birkaç sevimli fotoğraf ve ajansların geçtiği resmi bilgiler dışında bir ayrıntıya ulaşamıyoruz.
Oysa Afrika, Türk dış politikasında 'çok boyutluluk' ilkesinin en önemli uzantılarından bir tanesi. İlk taşları 1998'de İsmail Cem tarafından dizilen bu yolun inşaatı, son 10 yılda müthiş bir hız kazanmış durumda. Afrika yolu her yıl düzenli olarak açılan yeni diplomatik ve ticari kanallarla oldukça olgunlaştı. Başbakan Erdoğan'ın 2015 yılı için telaffuz ettiği dış ticaret hacmi 50 milyar dolar. Bu rakamın 2003 yılında 3.7 milyar dolar olduğu düşünülürse hedefin büyüklüğünü görmek mümkün. 2011 yılına gelindiğinde 17 milyar dolara ulaşmayı başaran Türk sermayesinin bunu da başaracak gücü olduğuna dair inanç oldukça kuvvetli. Siyasi aktörler kapıları açmayı başardığı anda ekonomik aktörler hızla içeri girmekten çekinmiyorlar. Türkiye'nin yeni burjuvaları artık 'kar, bora, fırtına' korkusunu attı, konformist ve tedirgin değil. Aksine özgüvenli ve korkusuz.
Ancak belki de biraz fazla korkusuz. Afrika'nın 2020'li yıllarda çok daha ön plana çıkacağını ve büyük bir paylaşım savaşına sahne olacağını şimdiden söylemekte fayda var. Çatışma, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan Orta ve Güney Afrika'ya doğru kayma eğiliminde. Bu da belirli bir süre istikrarsızlık, savaş ve çatışma ortamı anlamına gelebilir. Şimdiki haliyle bile Afrika son derece güvensiz ve istikrarsız rejimlerden kurulu. Kıta, kabile savaşlarından mezhepsel gerilimlere, rejim çatışmalarından soykırım ortamlarına kadar her türlü siyasal sorunu bünyesinde barındırıyor. Kuşkusuz risk bu kadar yüksek olunca da, fırsatlar büyük oluyor.
Türkiye'nin Afrika'ya yaklaşımı tamamen yumuşak gücünün üzerine bina edilmiş. 2005 yılının ülkemizde Afrika yılı ilan edilmesinden bu yana, Afrika ülkeleriyle ciddi bir diplomatik trafik başlamış durumda. Karşılıklı üst düzey ziyaretlere ilave olarak dışişleri teşkilatımızın da müthiş bir çabası görülüyor. Son 3 yılda Afrika'daki elçilik sayımız 8'den 31'e yükseldi. En son olarak Gabon'da açılan elçiliğimizle dünyada Afrika'da en yüksek düzeyde diplomatik temsili olan ülkelerden biri haline geldik.
Türk dış politikasının Afrika açılımı stratejisi oldukça başarılı bir gelişme çizgisi gösterse de içerisinde bazı tehditleri barındırıyor. Öncelikle bölgede halen etkin olan ülkeler bizden uzun zamandır buralardalar ve bu toprakların kültürünü, verimini, tehlikesini öğrenmiş durumdalar. Avrupalı sömürgecilerin yüzlerce yıllık birikimlerinin yanı sıra Çin'in son on yıllarda yürüttüğü yayılım stratejisini de yabana atmamak gerekiyor. Türkiye'nin Somali kapısından girdiği bu yeni oyun bahçesinde, kuralları öğrenmek için fazla zamanı yok. Hızlı ve akıllı olmak gerekiyor.
Ayrıca ülkeler arasındaki ilişkilerin, siyasal dengelerin ve rejimlerin devamlılığının iyi test edilmesi önemli. Yanlış ata oynamak sadece bir tek ülkede değil, bütün kıtada sorun yaratabilir. Strateji merkezlerimizin, üniversitelerin ve istihbarat birimlerimizin hızlı bir öğrenme sürecine girerek, hükümetin ve iş dünyasının hızını yakalaması başarının önkoşulu.