Görevi icabı tüm dünya medyasını izleyen bu sütunun yazarı, kafasını içeriye gömmüş olanlardan çok farklı gelişmelerin etkisi altında kalabiliyor. Hatırlanırsa en son IMF tahminlerine göre dünyada 2010 yılında negatif büyüme yaşayacak üç ülke vardı.
Avrupa'da 2010 yılında negatif büyüme yaşayacak olan iki ekonomi olarak IMF'nin 2010 Ekim ayında yayınlanan Outlook raporu Yunanistan ve Romanya'yı göstermişti. Koca Amerika kıtasında ise bir tek Güney Amerika'nın en zenginlerinden, dev petrol kaynağı olan Venezüella eksi büyüme sergileyecek deniyordu. Ancak Sarkozy'nin Fransa'sı ve Merkel'in Almanya'sının AB'yi yönetememeleri önce İrlanda'yı ,sonra da Portekiz, İspanya, İtalya, Belçika gibi ülkeleri de finansal piyasaların önünde 'diz çökecek' potansiyel sorunlu ülkeler listesine soktu. Bu durumda IMF, Avrupa Merkez Bankası ve AB ülkelerince kurulan ve ek olarak kurulacak da olan yardım fonları temel finansmanı sağlamaya mecbur kalıyor.
Euro bölgesi genelinin reel büyümesi üçüncü çeyrekte yavaşladı. Üçüncü çeyrekte sadece yüzde 1 büyüyen 16 ülke ortalama reel büyümesi de yavaşladı ve böylece geçen yılın üçüncü çeyreğinden bu yana euro bölgesi sadece yüzde 1.9 büyüdü. Sorunlulardan İspanya ikinci çerekteki yüzde 0.3 büyüdükten sonra üçüncü çeyrekte durdu, Yunanistan da üçüncü çeyrekte yüzde 1.1 daraldı.
IMF şu ana kadar Yunanistan'a 40.7, İrlanda'ya 29.5, Romanya'ya 17.6, Ukrayna'ya 15.4 , Sırbistan'a 4, Letonya'ya 2.3 ve İzlanda'ya 2.2 milyar dolar vermiş bulunuyor. IMF'nin kendisinin de şu anda 222 milyar dolar kadar temel kaynağı ve 41 milyar dolar kadar da zor durumda uzanabileceği yedek akçeleri var. Yani 'yardım bohçası' 243 milyar dolar. Fakat Avrupa IMF'den daha fazlasını istiyor. Diğer taraftan yedi Avrupa ülkesi kararı geçirdikleri takdirde ve G-20 girişimi sonucu olarak ek destek verecekler ve IMF'nin kredi kapasitesi de 450 milyar dolara çıkacak. ABD de daha önce verdiklerine ek 106 milyar dolar ekleme vaat etmiş bulunuyor. Gerekli mi? Latin Amerikalı MIT Profesörü ve Latin Amerka'daki geçmiş borç sorunlarında büyük deneyimi olan ve 8 Haziran'da TEPAV'ın İstanbul'daki toplantısında konuşacak olan ünlü Ricardo Hausman, 'Bu durumlarda eldeki cephane fazlası miktarı önemlidir!' diyor.
İkinci finansman kaynağı ise Avrupa ülkelerinin kurtarma fonuna katkıları. Mayıs ayında Yunanistan'ın kurtarılması için 110 milyar euroluk (146 milyar dolarlık) bir fon yaratmış ve tüm euro bölgesi için de 750 milyar euroluk bir fon toplamayı vaat etmişlerdi. 28 Kasım'da ise İrlanda'nın sorunlarının büyümesi nedeniyle de İrlanda'ya 85 milyar euroluk bir fon yardımı organize etmişlerdi. Ancak İrlanda'ya sağlanan finansmanın faizi yüzde 5.8 civarında. Borcun azaltılması sürecinde reel faizin reel büyümenin altında olması gerek. İrlanda yakın bir gelecekte yüzde 5 üzerinde reel büyüme sağlayamayacağına göre kendisinin sorunları aşması bu faizle mümkün değil. Yatırımcı ve finansörler endişeli.
Mayısta kurulmuş olan yardım fonu AAA düzeyinde rating sağlamaya devam edecekse, yapılan hesaplara göre en fazla 250 milyar euro fon sağlayabilir diye düşünülüyor. Krizin büyük ekonomilere bulaşma olasılığı düşük olmadığına göre İrlanda türü bir kurtarma operasyonu şu andaki finansman planıyla pek mümkün değil. Bu durumda 'bugüne kadar düşünülmeyenler düşünülmeye' başlar diye değerlendirmeler başladı.
Borçları yeniden yapılandırmadan ve euro bölgesinin ve hatta AB'nin göbeğinden çatlamasını konuşan kötümserler ortaya çıktı. Bu tür kötü olasılıkların tabii kimseye faydası yok (Biz de bu tür gelişmelerden zarar görürüz). Bu nedenle son finansman kapısı olarak Avrupa Merkez Bankası devreye girdi. Daha önceden 2010 Aralık ayında bankalara sağladığı likidite ve bono piyasasında sağladığı finansmanı azaltmaya başlayacağını açıklamış olan Avrupa Merkez Bankası da yeniden bölgenin zayıf bankalarının ve sorunlu bazı ülkelerin kamu borç senetlerini satın alarak alarak faizleri ve bono piyasalarını stabilize etmeye başlayacağını hafta sonuna girilirken açıklamaya mecbur kaldı. Bu ortamda dolar mı euro mu değer kazanır konusunda kısa ve orta vadede tahmin yapmak imkansız hale gelmiştir. Ülkemizin spekülatif yaklaşımı sevenlerine hiçbir dövizde risk almamalarını ve İzmir VOB'da öngörülebilir risklerini vadeli kontratlarla ortadan kaldırma girişimini tavsiye ediyorum.
Yarın olası gelecek gelişmeleri üzerine piyasa ve akademik çevre görüşlerini aktaracağım.