Merkez Bankası tarafından 2010 yılı sonundan bu yana gerçekleştirilen yeni para politikasının 'esnek koridor' yaklaşımı, konuyu anlamayanlar tarafından ülke içinde ve dışında birçok kimse tarafından eleştirildi.
Ülke içinde bazı medya mensupları, bazı yatırım şirketleri analistleri ve bazı bankacılar, ülke dışında ise bazı dış kurumların elemanları analistler 'faiz artsın' kampanyaları başlatırken, bazı medya, başta Wall Street Journal ve Financial Times gibi kurumlar olmak üzere politikalarla 'dalga geçmeye' kalktılar. Hatta 'Merkez Bankası politika belirleyicileri ya Nobel alır ya da rezil olur!' şeklinde saçma değerlendirmelere girişenler oldu (Joe Parkinson, WSJ). Ama sonunda İsrail Merkez Bankası'nın başkanı, ünlü iktisatçı Stanley Fisher, Merkez Bankası'nın para politikası yaklaşımlarını methedince ve Morgan Stanley adlı kuruluş da Türkiye'deki politika belirleyicilerinin haklı ve başarılı olduğunu vurgulayan bir rapor yayınlayınca ve politikaların sonuç ürettiği ve uygulamada da başarılı olduğu görülmeye başlanınca, değerlendirmeler değişti.
Bazı eleştirmenler ülkemizin baştan faiz arttırması gerektiğini söylüyorlardı. Ama faiz arttırmak paramızı aşırı değerli hale getirirdi. Kamu finansman yükünü kalıcı şekilde arttırırdı. Ve reel büyüme yavaşlamasını da sert bir inişe çevirirdi. Halbuki Merkez Bankası faizi günün durumuna göre esneklik içinde yönetti ve sonunda spekülasyonların önünü kesti. Kredi artışı yavaşlıyor, faiz ve kuru sakinleşti ve cari denge de yavaş yavaş ve hem büyüklük hem de finansman kalitesi açısından iyileşiyor.
Ancak bu süreçte Merkez, enflasyon hedeflemesi yaklaşımını zaman zaman sulandırmak ve dalgalı kur yaklaşımını da bazen kur volatilesinin ve trendinin kontrolü şeklinde değiştirmek zorunda kaldı.
Tabii enflasyon hedeflemesi yaklaşımı aslında döviz kurunun önemli olmadığı gelişmiş ülkelerde icat edilmiş ve başarılı olmuş bir para politikası yaklaşımı. Kriz şartlarında tam uygulanması, kısa vadeli faizin manipülasyonu ile tüm ekonomiyi kontrol pek mümkün değil.
Merkez Bankası politikalarını en teorik ve akademik yaklaşımla eleştiren eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı dostumuz ve değerli akademisyen Dr. Fatih Özatay, Bahçeşehir Üniversitesi'nde geçtiğimiz haftada yapılan Betam toplantısında döviz hareketlerini ve reel ve nominal kuru, enflasyon hedeflemesi modelinin içine yerleştirmek şeklindeki, geliştirilmiş açık ekonomi enflasyon hedeflemesi modelinin uygulamada kullanılmak için inşasının mümkün olduğunu savundu. Ancak ben aşırı iç dolarizasyon, sıcak para şeklindeki güçlü kısa vadeli sermaye hareketleri, büyük cari açık, rekor kredi balonu, döviz rezervi hareketleri, global kriz ve AB'nin kifayetsiz yaklaşımları ve politika kararsızlığı nedeniyle ithal edilen risk algılaması ve beklenti bozulması ve tabii sonuçta finansal istikrarın da en az fiyat istikrarı kadar önem kazanması olguları, teorik modelin uygulamasını ve reaksiyon fonksiyonunun anlamlı ampirik parametre büyüklüklerine ulaşmasını büyük ölçüde baltalar diye düşünüyorum.
Aynı panelde konuşan bir diğer eleştirmen Uğur Gürses de konuya salt bankaların finansman maliyeti gözlüğüyle bakmakta. Biz bankaların finansman maliyeti ve karlılığıyla toplum genelinin çıkarı çatıştığı zaman toplum genelinin çıkarının göz önüne alınması gerektiği kanısındayız. 'Bugün al seneye öde' gibi bir kredi yaklaşımı kullanmak bankacılıkta kabul edilemez.
Ancak anlaşılması gerek ki, ülkemizde cari denge açığı ve ithalat 2011 yılında olduğu gibi azdığı zaman, KDV ve ÖTV şeklindeki vergi hasılatı da artmakta. Tersine büyüme yavaşlayıp, ithalat ve cari denge açığı düştüğü zaman da bu sefer hem bütçe açığı büyüme trendine girer hem de istihdamda 2009 yılından bu yana yaşadığımız olumlu artış, biraz tersine döner, işsizlik artar. Tabii en önemli konulardan biri olarak, 'ihracatçıların büyük aşkı' olan TL'nin değer kaybı da, zaman içinde enflasyonu azdırır. Bunu zaten baştan biliyorduk.
Bu şartlarda Merkez Bankası'nın yeniden birinci önceliği enflasyon kontrolüne ve enflasyon hedeflemesi yaklaşımına vermesi ve para politikasını sıkılaştırma uygulamasına geçmesinden daha normal bir şey de olamaz. Nitekim Merkez Bankası hem son enflasyon raporunda, hem son Para Politikası Kurulu kararında hem de kurallar gereği artan enflasyon konusunda hükümete yazdığı mektupta enflasyonun nedenlerini açıklarken sıkılaştırmaya gitmesi gerektiğini vurgulamış bulunuyor. Tabii Hazine ve Maliye tarafında da sıkı maliye politikasına da devam edilmesi, bütçe açığının yüzde 1.5 ve kamu borcunun ise yüzde 40 oranının altında tutulması da devam etmek zorunda. Çünkü AB'de ne olacağı hala bilinmiyor.
Yarınki yazımızda açıklanan ocak enflasyon verilerinin ışığında enflasyon ve enflasyon hedeflemesi konusuna eğileceğiz.