Çok eski bir arkadaşım aşağıdaki satırları (çok daha uzun ifadelerle) bana gönderdi. Özet olarak aşağıya alıyorum. Ancak sütunun sonunda ben de kendi değerlendirmemi aktaracağım. Arkadaşımın tezinin özeti aşağıda! Amerika uzun süredir sınırsız olanaklar ülkesi olarak görüldü. Fakat bugünlerde ülke pek çok kişi için bir kabus oldu. Başarı kırılganlaştı, acı gerçekler ortaya çıktı. Onlarca yıldır dünyanın her köşesinden, yılda 200-400.000 kişi ABD'ye göç etti. Nüfus artışıyla birlikte gayrimenkul fiyatları da yükseldi. Geçmiş yıllarda yerleşmiş olanların yatırımları değer kazandı. Onlar da daha büyük evlerde oturmak istediler, daha büyük rüyalar gördüler. En güzel yıllarını palmiye ağaçları altında, ılıman bir iklimde geçirmek isteyenler Florida'ya yerleşti. Şimdi Amerikan'nın efsane orta sınıfının çoğunluğu Florida'da 'halk mutfaklarının çorba kuyruğunda' sıra beklemekte.
Amerikalıların % 47'si artık Amerikan rüyasının gerçekleşebileceğine inanmıyor. Amerikalılar umutsuz ve kötümserler. Amerikalıların % 63'ü bugünkü hayat standartlarını devam ettirebileceklerine inanmıyor.
Harvard profesörü sosyolog Robert Putnam ekonomik dengesizlik ve yeni toplumsal eşitsizlikler konusunda uyarıyor. Bugün Amerikalı bir CEO sıradan bir işçiden 300 defa daha fazla kazanmakta. Amerikan rüyasının en belirgin sembolü 'mülkiyet'tir. Başakan Franklin D.Roosevelt, 'mesken sahiplerinin ülkesi yenilmez' demişti. Başkan George W.Bush'a göre, 'Mesken sahibi olmak Amerikan rüyasının kalbidir.' Başkan Clinton için en büyük hedef, 8 milyon kişiyi mesken sahibi yapmaktı. Gayrimenkul fiyatları düşünce, mesken sahibi 11 milyon kişinin banka borçları gayrimenkullerinin değerinin çok üstünde kaldı. İzlenen siyasetle, sosyoekonomik alt tabakalar düşük faizli mesken kredileri aldılar. Ancak her ülkede olduğu gibi ABD'de de borçlanmanın sınırı vardı. Bazı ekonomistlere göre bu sınır GSMH'nın % 90'ı seviyesindeydi. Sınır geçilmeye başlayınca hastalık belirtileri göstermeye başladı. Yatırımlar durdu, tüketici satınalmaktan vazgeçti ve büyüme bitti.
1980'li yılların başında muhafazakarlar ülkeyi yeni bir şekle sokma fırsatını ele geçirdiler. Başkan Reagan ekonomide deregulasyon gerçekleştirdi. En yüksek vergi oranını % 78'den % 28'e düşürdü. Toplam ekonominin % 70'i tüketici harcamalarından oluştu. Robert Reich Afterschock kitabında Amerikan karakteri analizi yaparken şöyle diyordu: Komşum daha fazlasına sahipse, ben de daha fazlasını isterim. Ve istediğimi elde ederim, çünkü ben Amerikalıyım.
Kaliforniya eyaleti hükümetinin danışmanı, felsefeci Dov Seidman'a göre, Her politikacı ve her yöneticinin krizlerin giderek daha sıklaştığının artık farkına varmaları gerekli, çünkü dünyada her ülke diğer ülkelerle bağlantılı. Her kriz herkesi etkiliyorsa, herkes de artık sürdürebilirlik ve yenilenebilirlik üzerinde düşünmeye başlamalıdır. Amerilıların da rüyalarını gerçekleştirmek için çalışmaları, rüyayı kazanmaları gerekli.
Bu satırlara birkaç ekleme yapacağım. Birincisi, kriz ABD'den çıktı ve dünyaya yayıldı ama ABD tüm Avrupa'dan daha önce ve daha kuvvetli toparlandı. Bu gerçek göz ardı edilmemeli.
İkincisi, 2008 Ekim ayında Lehman Brothers battıktan sonra, henüz Başkanlıktan ayrılmamış olan Bush ile, henüz seçilmemiş olan Obama seçim öncesi el sıkıştılar ve tarihlerinin en büyük bütçe açıklarını ve tarihlerinin en büyük parasal genişlemesini gerçekleştirdiler. Çünkü ABD'de kendi ülkeleri konusunda uzlaşma kültürü var ve de pragmatizm temel özellikleridir. Avrupa ise ideolojik ve uzlaşma refleksi zayıf bir ülkeler topluluğudur. AB hala sorunlu ülkelere yardım toplamaya çalışıyor.
Üçüncüsü , ABD'de ülkenin ekonomik ve soyal ilkeleri konusunda uzlaşma vardır. Toplumun büyük çoğunluğu sistem değişimi talep etmez. Bu uzlaşma geleneği büyük sorunları aşmakta çok önemli. Örneğin bizim ülkemizde ekonomik ve sosyal uzlaşma yoktur, sisteme inanç yoktur, bu nedenle de sık sık sorun yaşamaktayız. Bu nedenle yukarıdaki değerlendirmeye pek katılmıyorum.