Bugüne kadar birçok ödül aldım. Üniversitelerde ders verdiğim 42 yılda, ABD ve Türkiye'de çalıştığım her üniversitede “en iyi hoca “ türü birçok ödül verildi. 30 yıldır yazı yazdığım ve yorum yaptığım her medya türünde futbol ve basketbol yazarı olarak ödüle layık görüldüm.
Ama kimse bana ekonomi yazarı olarak ödül vermemişti. Halbuki ülkemiz medyasında 15 yıldır, 365 gün her gün, tatil dahil, yazı üreten tek ekonomi yazarıyım. Ödül almamanın bir nedeni var. Popülist davranmazsanız, ideolojik takılmazsanız, siyasete bulaşmazsanız ve teknik kalmaya çalışırsanız, kim sizi takdir eder ki?
Ancak dün 3000 Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisinin oyları ile belirlenen “Yıldız Teknik Üniversitesi 'Yılın Yıldızları' ödüllerinde en iyi ekonomi yazarı ödülünü bana vermişler. Gençlere ve Üniversiteye çok teşekkür ediyorum. Yazarlıkta otuz yıl sonra bu ödülü almak beni çok mutlu etti.
Şimdi gelelim bugünün yazısına. Merkez Bankası aralık ayı içinde bir dizi politika değişikliği kararı aldı. Bu kararlar da bankanın ısrarla haftalarca yaptığı ikazlara ve açıklamalara rağmen pek anlaşılamadı. Banka temelde bu yıl borç almayın, özavarlıkla yatırım yapın. İlla borç alacaksanız TL borç alın, döviz kredisi kullanmayın, döviz borcunuz varsa da kur riskine karşı tedbir alın diyordu. Ülkede kredi kullanımını frenlemek, ama bunu faizleri yükseltmeden yapmak için de karşılık oranlarını devreye sokmuş ve düşen enflasyon ortamında politika faizini düşürmüştü. Ama 2011 yılında bazı şeylerin ters gidebileceğini düşünüyordu.
Aslında 2011 yılında birçok risk 2010 yılının başına benzer durumda idi. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, euro ve AB açısından büyük bir tehdit olmaya devam ediyorlardı, üstelik şimdi daha da büyük bir ekonomi, İspanya, tehlike arzediyordu.
ABD toparlanmakta idi, toparlanma da hızlanmakta, ama aynen geçen yıl gibi işsizlik direniyordu. ABD'nin bütçe açığını azaltma çabaları olduğu yerde duruyordu. Bu da doların değerini tehtid etmekte idi.
Gelişen ülkelerde borsa ve borç balonu tehtidi ortadaydı.
Çin enflasyonu ve onu kontrol etme çabaları Çin ekonomisini önemli ölçüde yavaşlatabilirdi. Bu da dünya için kötü olurdu.
ABD'de ise eyaletlerin iflası daha da güçlü olarak gündeme gelebilirdi.
Yılbaşından henüz iki hafta geçmemişti ki, dün Batı medyasının manşetlerinde güçlü sorun alarmları ortalığa döküldü.
Krizi çıkartan ABD bile daha hızlı toparlanırken AB içinde sorunlar Almanya hariç devam etmekte idi. Dün medyaya yansıyan en önemli haber de AB içindeki para politikası ile ilişkili idi. AB Merkez Bankası bugüne kadar faizleri düşük tutmuş ve enflasyonu yüzde 2 civarında tutmak şeklindeki görevini yapar durumda idi. Bütçe açığı ve borç krizdeki ülkelere yardım etmek için bankalara kredi vermiş, ülke kamu borç senetlerini piyasadan almış, hem de likidite genişleterek talebin zayıf olduğu ortamda faizleri çok düşük tutarak toparlanmaya destek vermeye çalışmıştı.
Ancak dün ilan edilen euro bölgesi istatistiklerinde kötü bir haber vardı. 2010 yılında euro bölgesi tüketici enflasyonu yüzde 2 limitini aşmış ve yıllık enflasyon 2010 Aralık ayında son iki yılda ilk defa yüzde 2.2 olarak gerçekleşmişti. 2010 Kasım ayında enflasyon yüzde 1.9 düzeyinde idi. 2010 Şubat ayında yüzde 1 olan yıllık enflasyon 2011 yılının Ocak ayında yüzde 2.3 ve şubat ayında yüzde 2.5 düzeyine zıplayacak diye düşünülüyor ve bu durumda AB yavaş giderken AB Merkez Bankası faizleri yükseltmeye mecbur kalacak korkusu derhal ortalığı sarıyordu.Her ne kadar gıda ve enerji enflasyonu çıkartıldığında enflasyon korkutacak düzeyde değil ise de , petrol ve enerji sektöründen gelen kötü haberler de ortalığı sardı.
Yılmaz doğru zamanda ikaz yaptı
ULUSLARARASI Enerji Ajansı baş ikitisatçısı Fatih Birol yaptığı kamuoyu açıklamasında artan enerji fiyatları nedeniyle ülkelerin hızla artan enerji ithalat faturlarının dünyanın toparlanmasına engel olabileceği açıklamasını yaptı. 2010'da AB'nin petrol faturası 70 milyar dolar daha artmıştı (bu sayı Yunanasitan ve Portekizin toplam bütçe açığına eşit!). ABD'nin petrol faturası 72 , Japonya'nın petrol faturası 27 milyar dolar ek yükselme sergilemişti. Geçtiğimiz günlerde petrol fiyatları 100 dolara dayanmış ve Brent hampetrolü ise 27 ay sonra 95 dolara çıkmıştı. Geçen ay üretimi arttırmama kararı alan OPEC üyeleri hedef gösteriliyordu. OECD ülkeleri petrol ithalatının yüzde 65'ini gerçekleştirmekte. Fiyat artışları sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerini hasta edeceğinden bu da enerji kullanımını azaltacağından,aslında ne üreticilere ne de tüketicilere yarar. Bakalım daha ne tür gelişmeler olacak. Bekleyip yaşayarak göreceğiz! Bizce Durmuş Yılmaz doğru zamanda ikaz yaptı!