Demokrasi tarihimize bakıldığında, 27 Mayıs darbesinin ülkeye çok şeyler kaybettirdiğini görüyoruz. Seçimle işbaşına gelmiş ve ancak seçimle işbaşından gitmesi gereken bir hükümetin başbakanı ve iki bakanının idamı, bu tarihten sonra seçilmişler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandı. Ondan fazla milletvekili ve bürokrat işkence ve şüpheli olaylarla hayatını kaybetmişti. İşkenceyle öldürülen DP’nin Ermeni Milletvekili Dr. Zakar Tarver’in akrabaları hâlâ korkudan bu konuda konuşamıyorlar.
Böylelikle her on yılda bir üzerimize çöken darbeler, terör ve ekonomik krizlerle, nesiller hak ettiği refaha, demokrasi ve onun nimetlerine hasret kaldı.
Her şeye rağmen, Türkiye halkı rayından çıkan demokrasi trenini rotasından saptırmamıştır. Türkiye’de demokrasi dışı herhangi bir usül kurumsallaşamaz. 15 Temmuz bunun en muazzam ispatı olmuştur.
Kemal Karpat Hoca şöyle diyor: “Türkiye’de demokrasi tutunmuştur ve daha da kökleşecektir, çünkü demokrasinin varlığı ve yaşaması için gereken tarihsel, kültürel, sosyal koşullar bu toplumda bulunmaktadır.”
Evet, Osmanlı’nın Batıcılaşması ve Türkiye Cumhuriyeti modernleşmesinde tepeden inme, özentili, sathi, güçle uygulanan bir iğretilik söz konusudur. Ancak unutmamak gerekir ki, Karpat’ın da tespit ettiği üzere, millet bu süreçlerin hepsini yerlileştirmiş, bizim kılmıştır. Artık aşağılık duyguları ve öykünme hastalıklarından kurtulmanın zamanıdır.
Zamanı gelen bir diğer husus da, tarihimize bir bütün halinde özen göstermektir. İki kampa ayrılıp, güncelden ve tarihten liderler/olaylar seçip, kendi tarafımıza mükemmellik, öteki tarafa kötücüllük atfetmenin âlemi yoktur. Takım tutar gibi siyaset, sivil toplumculuk, bilim ve sanat yapamayız. Bu tutum çoğulculuk da değildir.
Belki ilk kez Türkiye’nin başaracağı bir işin yol ayrımındayız. Bu kadar zor bir coğrafyada, bunca risk ve saldırıyla mücadele ederken demokrasimizi, hürriyetleri, sosyal adaleti, çoğulcu siyaseti geliştirebilecek miyiz, patinaj mı yapacağız? (Gerçi patinaj yapacak yer de kalmamıştır.)
İttihatçılar ve Cumhuriyet’in kurucuları bunu yapmadı, yapamadı. Coğrafyanın zor şartları iddialı başlangıçlardan sonraki süreçte onları totaliterliğe sürükledi. Millete güvenemediler.
Biz, kimsenin bize ilişemeyeceği Amerika kıtasında değiliz. Şartlarımız zorlu. Ama zoru başarabiliriz. Demokrasiyi, özgürlükleri, çoğulculuğu, refahı artırmaktan başka bir çaremiz yok.
Bir imparatorluk bakiyesi olarak, çoğulculuk en büyük gücümüz. Bunu zaafımız haline getirmelerine müsaade etmemek de bizim elimizde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ODTÜ’lü gençleri kabulü de, davayı geri çekmesi de çok güzel hareketlerdi. Birbirimizi anlamak ve sevmek zorundayız. En nihayetinde, seküleri, dindarı, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, hepimiz şu üç günlük hayatımızı özgür, onurlu ve iyi yaşamak istemiyor muyuz?