YSK'nın 12 bağımsız adayla ilgili 'veto' kararının en önemli sonucu, temsil krizidir. Bu, işin görünen kısmı. 'İleri demokrasi'ye yakıştırdığımız yüzde 10 barajı nedeniyle, bu ülkede zaten on yıllardır ağır bir siyasi temsil sorunu yaşanmakta.
Mevcut tabloda, yani Kürt siyasetinin dışlanması anlamına gelen 'veto' penceresinden bakıldığında ise görünen şudur: Eğer sağduyuyu esas alan bir çözüm üretilemezse, bugün temsil krizi olarak vücut bulan sorun, can yakabilecek yeni krizlere yol açma tehlikesi taşıyor. Çünkü Kürt meselesi bitmedi...
Aslında, 'YSK niye böyle bir karar aldı? Niye şimdi aldı?' sorularına, komplo teorilerinin cazibesine kapılmadan cevaplar bulmak mümkün. Nitekim daha önce çıkmayan sabıka kaydının 'kızlık soyadı' aramasıyla çıkması, mahkeme kararlarının kayıtlara geç işlenmesi, adaylık koşulları açısından YSK'nın kararını belirlemiş görünüyor. Peki... Dört yıldır milletvekilliği yapan ve halen bu görevleri süren Sabahat Tuncel ile Gültan Kışanak'ın seçilme yeterliliklerini kaybetmesine, kulağa tuhaf gelse de bir an için ikna olalım. Bu gerekçeler, 'kanuni' olabilir. YSK üyeleri de bağlı olduklarını düşündükleri yasa maddelerini uygulamak zorunda kalmış olabilir. Ama üzgünüm ki, bu kararın hukuki meşruiyeti yoktur. Çünkü, bizlere öğretildiği kadarıyla, bir hukuk kuralının meşruiyetini iki kriter belirler: Halk iradesiyle uyum içinde olma. Adalete uygun olma.
Lütfen, YSK kararını, hukuk fakültelerinde öğrencilere ders olarak öğretilen hukuki meşruiyetin bu iki kriteri açısından değerlendirin. Varacağınız sonuç, içinize siniyorsa, mesele yok. Sinmiyorsa, iki gündür kimsenin neden 'Evet YSK'nın bu kararı çok isabetli olmuştur' demediği de anlaşılır. Hukuki meşruiyeti dert etmek, 'kızlık soyadı' ve 'geç işlenen mahkeme kararları'nın, adayın değil bürokrasinin kusuru olduğunu dikkate almayı gerektirirdi.
SEÇİME GİRMEMEK AĞIR BİR SORUMLULUK
YSK kararı duyulduktan hemen sonra, gündeme gelen flaş gelişmelerden biri de 'seçime girmeme' seçeneğinin tartışmaya açılmasıydı. Ancak dün hava değişmişti. Diyarbakır'dan konuştuğum BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 'Bu aşamada seçime girmeme sorumluluğunu alamayız' dedi ve nedenini şöyle anlattı:
'Buraları görmeniz lazım. Halk öyle şeyler söylüyor ki. Esnaf, sokaktaki halk, (bağımsız adaylar olmazsa, seçim de olmaz. AKP burada sandık kuramaz) diyor. Yani seçim olmaz. Biz bunun sorumluluğunu almak istemiyoruz.'
Demirtaş, morallerinin çok bozuk olmasına karşın YSK'ya yapılacak itirazların sonucunu bekleyeceklerini, cevaba kadar umutlu olmak istediklerini de söyledi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun TBMM'yi sorunun çözümü için olağanüstü toplantıya çağırmasını, 'oportünist değil' yapıcı bir yaklaşım olarak görmek gerekiyor. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in bile kaygısını gizlemediği bu sorunun büyümeden çözülmesi için vakit de var, yasal zemin de.
Yasal zeminin en sağlam halkası ise anayasanın 104. maddesi. O madde, cumhurbaşkanına 'TBMM'yi gerektiğinde toplantıya çağırmak' gibi bir görev ve sorumluluk veriyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, içine savrulduğumuz bu çok kritik eşikte, tarihsel bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.