İsmet İnönü’lü CHP, öyle veya böyle, 1950’li yıllarda çok partili siyasi hayat seçeneğini dışlamamış ve iktidarı 1950 seçimlerinde DP’ye devretmişti. Bunun birçok nedeni vardı. Faşistler savaşı kaybetmiş, demokrasi cephesi kazanmıştı. Türkiye’nin savaştaki tutumu gel-gitli olmuştu. Türkiye fakirdi ve zengin dünyaya eklemlenmesi gerekiyordu. Bunun için de çok partili hayata geçmek zorunlu görülmüştü.
***
Tabii bunda müesses nizamın kendi zihniyetlerine tabi olması rahatlığı da yok değildi. Tabii ki 27 Mayıs darbesi sempatiyle karşılanacaktı vs. Ancak ne olursa olsun CHP bu dönüşümün içinde yer almıştı. Kendisini çok partili hayata adapte etmişti.
***
Bülent Ecevit, Atatürk’ün ölümünden sonra iyice otoriterliğe savrulan bu CHP’nin halkta hiçbir karşılığı kalmadığının farkında olarak, partinin ilk ve tek halkla ilişki kurma hareketini “Karaoğlan” süreciyle başlattı. CHP’nin yegane başarısı da bu süreçte elde edildi. Bugünün CHP’nin asla yapamayacağı Kıbrıs Barış Harekatı bu anlayışla yapıldı mesela. Ecevit de ne yapılırsa yapılsın, CHP’den bir halk partisi çıkmayacağını anlamıştı. Zaten 12 Eylül darbesi olmuştu.
***
Ecevit DSP’yi bu kanaatla kurmuştu. 12 Eylül darbesinden sonra kapatılan partiler tekrar açıldığında, Ecevit masaya yumruğunu vurduğu ve çok sinirlendiği rivayet edilir. Tabii benim gibi rahmetlinin de parti kapatılması taraftarı olmadığı açıktır. Ancak CHP’nin artık miadını doldurduğunu ve tarihteki yerini alması gerektiğini düşünüyor olmalıydı.
***
CHP’nin bugünkü durumuna baktığımızda, Ecevit’in hiç de haksız olmadığını görüyoruz. CHP, 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün partisi olma payesini zaten kaybetmiştir. İlk çok partili seçimlerin yapıldığı 1946’da ise bu “kurucu” rol zaten fiilen bitmişti.
***
CHP, 1950’lerde İnönü ile gösterdiği yeni düzene uyum kabiliyetini, son 17 yıllık değişim sürecinde gösterememiş, yeni hikayede yerini alamamış, her türlü dizaynı yapmanın mümkün olduğu bir oyun hamuruna dönüşmüştür. Kılıçdaroğlu bu acıklı durumun bir barometresi, bedenleşmiş bir simgesidir, o kadar.