Ortada büyük bir tükenmişlik var. Bunu artık açık olarak görüyoruz. Şu anda dünya ekonomisini omuzlayan iki rezerv para ve bunların arkasında iki tane merkez bankası var. Amerikan Merkez Bankası, (Fed) Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve bunların piyasaya verdiği dolar ve euro… Her iki paranın da karşılığı yok; hadi şimdiye değin Fed’in ortaya çıkardığı doların ABD’nin kabadayılığına dayanan bir karşılığı vardı. ABD Donanması, bütün önemli ticaret limanlarının açığında belli aralılıklarla boy gösterir, dünyanın ne kadar sıcak bölgesi varsa buralarda ABD üsleri mutlaka olur ve bu üslerde yarın savaş çıkacakmış gibi yoğun bir askeri faaliyet olurdu. Bu, bir nevi Pax-Americana idi ve sürekli savaş tehdidiyle oluşturulan bir karşılıksız para (dolar) egemenliği (“barışı”) idi.
Bu egemenliğin çöküşü, aslında saldırmaya başladığı yerde başlamıştı. Yetmişlerin başında Vietnam’da… ABD’deki savaş sektörlerinin adamı Nixon, 1971 yılında doların altına olan bağımlığını kaldırdığında, şimdiki krizin temellerini attığı gibi, sistemi bugün içinde bulunduğumuz çıkmaza da sokuyordu. Vietnam savaşı dahil olmak üzere, sonraki hikayeyi biliyorsunuz; 1973 krizi, dünyanın güneyinde ve doğusunda iç savaşlar, darbeler, ayaklanmalar ve sürekli kriz hali… Bu kriz, ilkönce 2001 Eylül’de ABD’de ikiz kuleleri vurduğunda Bush, tıpkı Nixon’un Vietnam’da yaptığı gibi, saldırarak ve işgal ederek buna cevap vereceğini sanmıştı. Zaten bütün çöküş dönemlerinde işbaşına gelen siyasetçiler gibi kıt akıllıydı ve bunun için böyle sanması onun için normaldi ama bu saldırı, dünya sistemi için 2008 krizinin şiddetini artıracak daha fazla anormallik üretti. İşte bu anormallik neocon ekonomi-politiğidir aslında…
“Samimi İkrar”…
Neocon ekonomi-politiği, Amerikan ulus-devletinin yönetemediği her türlü küresel genişlemeyi ve gelişmeyi boğmuştur. Bu da “Pax America” idi. Ama şimdi bitiyor ve bunu kendileri de itiraf ediyorlar:
ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin (National Intelligence Council, NIC) “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” (Global Trends 2030: Alternative Worlds) Raporu’ndaki şu senaryo en ciddi olandır:
“2030 yılına gelindiğinde ABD ve Çin gibi büyük ülkeler dâhil hiçbir ülke hegemonik güç olarak kalamayacak ve dünya kökten değişecektir. 1750 yılından bu yana Batı’nın tarihsel yükselişi tersine dönecek ve Asya tekrar küresel ekonomisindeki ağırlığını kazanacaktır. Asya, uluslararası ve ulusal düzeyde “demokratikleşmenin” yeni bir çağını yaratacaktır. Bununla birlikte, Avrupa, Japonya ve Rusya ekonomilerinin göreceli olarak yavaşlamaya devam etmesi muhtemeldir. Yani ABD’nin hegemonyası sona erecek, son beş yüzyıllık Batı’nın yükselişi son bulacak ve Asya’nın uluslararasındaki önemi tekrar artacaktır.”(Bkz: Dr. Erkin Ekrem; http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/2030-abd-hegemonyasinin-cokusu-ve-cin/1210)
Avrupa’nın çıkmazı…
Geçen hafta Fransa’da Legion d'Honneur'ı (Onur Nişanı) reddeden Piketty, 21. Yüzyılda Kapital’de şunları yazıyor: “Tam şimdi yeni bir “Doğu Kalkınması” için, içinde bulunduğumuz krizin üretim açısından da süreci olgunlaştırdığını görürüz. 1900-1980 arasında tüm dünyadaki mal ve hizmet üretiminin % 70’i Avrupa ve Amerika’da yoğunlaşmıştı, bu da rakipsiz bir ekonomik hakimiyet anlamına geliyordu. 1970-1980 yıllarından bu yana bu oran düzenli olarak azaldı. 2010 yılında tam olarak % 50’ye indi ki ( yaklaşık olarak Avrupa % 25, ABD %25 ) bu yaklaşık olarak 1860 yılındaki seviyedir. Görünüşe bakılırsa, daha da düşmeye devam edecektir ve 21. yüzyılın bir noktasında % 20-30 seviyelerine kadar gerileyebilir. 19. yüzyıl başına kadar olan seviye budur ve Avrupa ve Amerika’nın dünya nüfusunda günümüze dek sahip olduğu ağırlıkla daha tutarlıdır. Diğer bir deyişle, Avrupa ve Amerika’nın Sanayi Devrimi sırasında açtıkları mesafe, bu ülkelerin uzun süre üretim terazisinde nüfus bakımından ağırlıklarının iki üç katı fazla çekmelerini sağlamıştır; bunun tek nedeni, kişi başına üretimlerinin dünya ortalamasından iki üç kat daha fazla olmasıdır. Tüm işaretler, dünya seviyesinde kişi başına üretimdeki bu mesafenin artık kapandığını ve bir tür yakınsama evresine girdiğimizi göstermektedir.”
Piketty, ödülü reddetmesinin gerekçesini ise şöyle açıkladı:"Bu ödülü reddettim çünkü kimin onurlu olduğunu belirleme yetkisinin devlette olmadığını düşünüyorum. Fransız devleti Fransa ve Avrupa'daki büyümeye odaklanırsa daha iyi olur.” Çok haklı çünkü, ortada yukarıda söylediğimiz gibi tam bir çıkmaz var. Euronun üreticisi ECB, şimdiye değin, ortaya çıkardığı eurolarla hasta banka sistemini fonladı; bankalarda batık devlet tahvillerini alarak borçlu Avrupa devletlerini rahatlatmış gibi yaptı. Ama yeni sektörlere yatırım hâlâ ortada yok. ABD’de ise işler sanıldığı gibi değil, bu hafta gelen imalat endeksi çok düşük, düşen petrol fiyatları ve küresel daralma nihayet ABD’nin en önemli sektörlerinden olan petro-kimyayı vurmaya başladı. İnşaat, otomotiv gibi geleneksel sektörlerde sağlıklı toparlanma olmadan, bu dev sektörde can çekişmeye başladı. Böyle olunca Fed, kolay faiz artıramaz. Ama artırması için de, yine savaşla ayağa kalkacağını sanan bu sektörlerden gelen yoğun bir baskı var.
Sonuçta; hem ABD hem de AB tarafında işler çok karışık; onlar için çıkış yok. Bunun için yüzünü bunlara çevirip, geleceğini bunlara parelel kuranlara da buradan “pek güvenmeyin, batıyorlar, tıpkı sizin gibi” diyelim…