1915'te neler olup bittiğini bütün acıtıcılığına rağmen öğrenemezsek, otuz yıldır memleketin güneydoğusunda yaşananların arka planını doğru dürüst deşifre edemezsek, 1 Mayıs 1977'de aslında kimin ne kadar suçlu olduğunu şöyle tartışılmaz bir doğrulukla ortaya koyamazsak, şike meselesinin aslını ortaya çıkaramazsak bir istikbalimiz olmayacakmış.
Neden?
En çok müracaat edilen metafora göre, çünkü üzerine istikbalimizi inşa edeceğimiz temeller çürük olacakmış.
Size de pek uygun görünüyordur bu metafor. Eh, memleketin yarısının müteahhit olmasından müşteki olan diğer yarısının, yani sizin ve benim gibilerin de aslında dünyayı inşaat ve taahhüt işleri penceresinden gördüğümüz anlaşılıyor.
***
Yani mesela Fazıl Say gidilecek uygun adres olarak Japonya'yı buluyor ya, sanırsınız Japonlar Kore'de, Çin'de işledikleri akıl almaz günahlarla yüzleşmişler de memleketin ulusalcıların aklına, memleketten bunaldıklarında, bir huzur adası olarak Japonya geliyor.
Memleketteki Fransız kültürünün Türk çocukları Fransa'ya hayranlar ya, sanırsınız Fransızlar Tunus'ta Cezayir'de (Çin Hindi'ni, Senegal'i filan saymıyorum bile) işledikleri günahlarla yüzleştiğinden bu hayranlık.
Almanlar herkesi hayran bırakan BMW'leri Mercedes'leri imal edecek disipline sahipler, AB'yi parmaklarında oynatacak gücü biriktirmişler ya, Nazizm'le şöyle layıkıyla hesaplaşmış olduklarından.
Amerika bir hayali olan herkesi kendisine mıknatıs gibi çekiyor ya, sanırsınız Amerikalılar (atalarının kıtaya yerleşmesi sırasında işledikleri günahları bırakın) yüz yıldır işleyip durdukları günahların kefaretini ödediklerinden...
Demirel 'devlet gemi mi ki batsın' dediydi ya hani... Ondan mülhem ben de sorayım. Toplum bir inşaat mı ki, temellerini sağlam zemine oturtmaya kalkışıyorsunuz?
***
Metaforlar iyidir. İnsanın beyninin sağ yarısına hitap ederler. Lakin klişeleşmiş her metafor gibi bu inşaat metaforu da, anlaşıldığı kadarıyla beynin sadece sol yarısını değil, tamamını by-pass ediyor. Düşünmeye ihtiyaç bırakmayıveriyor.
Mazi temizlenemez. Habil ve Kabil efsanesi tam da bunu söylüyor. Hepimiz bir kardeş katilinin soyundan geliyoruz. Büyük büyük dedelerimizden biri, birilerini öldürdü, mallarının üstüne oturdu. O öldürülenlerin çocukları, torunları dünyaya gelemedi. Biz geldik. Büyük büyük dedelerimizin günahları sayesinde varız. Hoş olmasa da, gerçek bu.
1915'te neler olduğunu, şike meselesinin aslını filan öğrenmeyelim derdinde değilim. İki şey söylemek istiyorum: Birincisi, bütün bu arınma işlerini işlesek de temizlenemeyiz. İkincisi, istikbalimizin, mazimizin temizliğiyle hiç alakası yok.
***
Türkiye'yi sevmiyorsunuz, tamam. Yadırganacak şey değil.
Kimse sevmiyor Türkiye'yi. Türkiye'yi sevdiğini söyleyenler de, 'ya sev ya terk et' diye meydan okuyanlar da sevmiyorlar. Türkiye'nin bu halini sevmiyorlar. Muhayyel bir temiz Türkiye'den söz ediyorlar.
Neden sevmiyoruz Türkiye'yi? Türkiye sevilecek vasıflara sahip olmadığından mı? Öyle bakacak olursanız, sevecek hiçbir şey bulamazsınız. Sevgi, sevilenin vasıflarına endeksli bir şey değil. Sevebilmek için iki şey elzem. Birisi, sizin sevebilir bir insan olmanız, yani sevme kabiliyetine sahip olmanız (ki memleketin tarihini temizleyivermeye pek iştahlı olanların büyük bölümünde sadece Türkiye'yi değil, herhangi bir şeyi sevme kabiliyeti olmadığı aşikar). İkincisi, seveceğiniz şey üzerinde emek harcayabilmeniz.
Türkiye'nin bir oyuncusu değilsiniz hanidir. 12 Eylül rejimi sizin seyirci olarak kalmanızı garantileyecek bir siyaset rejimi inşa etti. Arada bir, herhangi bir yerine müdahale edemeyeceğiniz, hatta genel merkezine bile destursuz giremeyeceğiniz siyasi partilerden birine bir rey vermekten gayrı bir rolünüz yok.
Memleketin halinde ve istikbalinde bir hisseniz olmayınca, işte böyle mazisini temizlemekten gayrı bir meşgale kalmıyor. Sonra da bu meşgaleye asil bir gerekçe bulmak lazım geliyor. Temelleri sağlamlaştırmak filanlar, bu ihtiyaçlardan kaynaklanıyor işte.