Geçen perşembe akşamı, Eskişehir'de maç vardı. Eskişehirspor uzun bir aradan sonra Avrupa mesaisi için sahaya çıktı. Rakibi İskoçya'nın St. Johnstone takımıydı.
Çarşamba gecesi Eskişehir'in Barlar Sokağı'nda İskoç taraftarlarla karşılaşınca, açıkçası şaşırdım. Uçakların, trenlerin çalışmadığı da hesaba katılırsa, Avrupa'nın ta bir ucundan Anadolu'nun bozkırına gelmeyeceklerini düşünmüştüm.
Sadece gelmekle kalmamışlardı. Eskişehirsporlu gençlerden üçlü çekmeyi, 'Es Es Es Ki Ki Ki' diye tezahürat yapmayı öğreniyorlardı. Onlara St. Johnstone'un tezahüratlarını öğretiyorlardı. Eskişehirliler ve İskoçlar kaşkollerini değişmişlerdi. Kırmızı-Siyah formaların üstünde Mavi-Beyaz kaşkoller, Mavi-Beyaz formalı İskoçların boynunda da Kırmızı-Siyah kaşkoller vardı.
Maç günü İskoç taraftarların, tahmin ettiğimden de kalabalık bir grup olduğunu fark ettim. Şehrin her yerinde onlara rastlamak mümkündü. Meraklı, rahat ve iletişim kurmaya hevesliydiler. Bir İskoç çift, Porsuk kenarındaki yeşil banda havlularını serip güneşlendi. Böyle bir manzaraya alışık olmayan Belediye Zabıtası, anlatıldığına göre, ne yapacağını şaşırmış.
Gün, böyle renkli görüntülerle gelip geçti. Maç saati geldi. Polisin her zamanki abartılı tedbirlerle ablukaya aldığı stada güçlükle ulaştık. Stat çevresinde yüzlerce İskoç, mütebessim ve memnun edalarıyla, gün boyu dostluk kurdukları anlaşılan Eskişehirsporlu gençlerle vedalaşıyorlardı. Kendilerine ayrılan tribüne ulaşabilmeleri için polis kordonuna bir yarma harekatı gerçekleştirmeleri gerekeceğini düşünüp, ben de tebessüm ettim. Stat çevresindeki atmosfer ile polisin tutumu arasında o kadar bariz bir zıtlık vardı yani.
Sonra maç başladı. Eskişehirsporlu taraftarlar stadı doldurmuştu. Yine gülümsedim. Çünkü Gaziantepspor, Kayserispor gibi takımlar tarihlerinde ilk defa Avrupa arenasına çıktıklarında bile, ancak birkaç bin seyirciye oynayabilmişlerdi. Ramazan arifesinde, aşırı sıcak bir havada, maç şifresiz kanaldan naklen yayınlanıyorken, isimsiz bir İskoç takımı ile yapılacak maç için ise, Eskişehirsporlular stadı doldurmuşlardı. Üstelik pek de ucuz olmayan bilet fiyatlarına rağmen.
Maç boyunca İskoçlar kendi tribünlerinde eğlendiler. Eskişehirspor tribünleri hem onları hem de İskoç takımını alkışladı. Gülüş cümbüş başlayan maç, gülüş cümbüş bitti.
***
Futbolu nasıl bilirsiniz? Herhalde böyle değil.
Şimdi ister misiniz, Eskişehirli gençler Porsuk kenarında, çim bandın üstünde güneşlenmeye başlasınlar. Sonra bu, her yaz tekrarlanan bir alışkanlık halini alsın. Yıllar sonra birileri, Anadolu'nun ortasında böyle alakasız bir alışkanlığın nereden kaynaklandığını merak ederse, İskoç çifti bulacak. Sadece bir maç için Avrupa'nın öteki ucundan Eskişehir'e gelmiş İskoçları...
Belki de Eskişehirli gençlerin Porsuk kıyısında güneşlenmesine hiç izin verilmeyecek. Ama Eskişehir'e gelmiş olan İskoçlar, burada birçok gencin hayatında çok nadide izler bıraktılar. Kendileri çok nadide hatıralar biriktirdiler. Bir yanı Eskişehirspor'un diğer yanı kendi takımlarının renklerini taşıyan kaşkollerini koleksiyonlarına eklediler ve gittiler.
AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Finli politikacı Olli Rehn mesela, 'Türkiye'yi takımıma dört gol atan Fethi sayesinde tanıdım' demişti. Kendisi için Türkiye'nin Avrupalılığını Eskişehirspor'un temsil ettiğini söylemişti. Belki geçen hafta Eskişehir'e gelen İskoçlardan biri de mesela, yirmi yıl sonra uluslararası bir tercih yapması gerektiğinde... Ne bileyim, Eskişehir ile Viyana'dan birini seçmesi gerektiğinde...
***
Neyse ben sizi fazla meşgul etmeyeyim. Uluslararası tercihlerin öyle futbol gibi süfli işlerin etkisiyle yapılmaması gerektiğini düşünüyordunuz muhtemelen. Futbolu süfli bir iş olarak görmüyorsanız da, Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin transferleriydi, Beşiktaş'ın fakirlik edebiyatıydı, şikeydi, teşvikti... Çok işiniz vardır.