Dünya çalkalanıyor. En beklenmedik yerlerde, mesela Kuzey Afrika'da isyanlar çıkıyor ama mesele bundan ibaret değil.
ABD'de ekonomi, bundan on yıl önce hayal bile edilemeyecek faiz indirimlerine bana mısın demiyor. Piyasalar paraya boğulmuş durumda ve enflasyon kıpırdamıyor. Ekonomilerden sorumlu olanlar, 'enflasyon önceliklerimiz arasında değil' diyor, aslına 'bir yükselse' demeye getiriyorlar. Tık yok. Yakında enflasyon duasına çıkılırsa şaşırtıcı olmayacak. Ama hikaye iktisatla da sınırlı değil.
Dünyanın neredeyse yarısında, ömürler olağan-üstü uzadığı halde nüfus azalmaya başladı. Otuz yıl önce, günde üç öğün nüfus kıyameti dinleyerek büyüyen bizler için tasavvuru bile imkansız bir hal. Cinsellikten aile tasavvuruna, iletişimden mutfaklarımıza kadar her şey tepeden tırnağa değişti.
***
Dünya çalkalanıyor. Bundan yirmi yıl önce tahmin edilmesi imkansız olan şeyler oluyor. Neden tahmin edemedik olup biteni? Çünkü elimizdeki kavramsal araçlar bambaşka bir istikamet gösteriyordu. Gösterdikleri istikametin yanlış olduğunu tecrübe ederek öğrendik.
Öğrendik mi? Pek sayılmaz. Hala aynı kavramsal araçları istihdam ediyoruz. Ankara'da da, Moskova'da da, Elysee Sarayı'nda da, Pentagon'da da... Hatta size abartılı geleceğini biliyorum ama temin ederim ki, Apple'ın yönetim binasında ve Harvard rektörlüğünde de...
Anlaşılmaz bir hal yok. Yeni kavramsal araçlar henüz yok. İmal edilmeleri vakit alacak. Sanayi devrimi sürecinde de mesela, benzer bir çalkantı yaşandı. Yaşanmış olanları sanayi devrimi diye adlandırmak çok sonra, neredeyse her şey olup bittikten sonra mümkün oldu. Büyük Savaş sonrasındaki soğuk savaş teorileri, soğuk savaş bir hayli yol aldıktan sonra ancak zuhur etti. Yine öyle olacak.
***
Ama bu defa bir mesele var.
Dünya atının bu ölçekte zıvanadan çıktığı her dönemde, atın üstünde siyaset vardı. Siyaset de cari kavramsal araçlarla işler ama sadece onlarla yetinmez. Atını tanıyan her binici gibi, atı tanımanın atın ne yapacağını tahmin etmeye yetmeyeceğini bilir. Dolayısıyla her an tetiktedir. Her esintiye hassastır.
Bugün ise siyasetten mahrumuz. Ne Lond-ra'da, ne Pekin'de siyaset filan üretilmiyor. Şimdi kimse kendisini bir atın üzerindeymiş gibi hissetmiyor. Herkes bir otomobilin direksiyonunda olduğunu zannediyor. Altındaki uysal bir otomobilmiş gibi davranıyor. Eski denklemlerden kimse şüphe duymuyor. Mesela, eski denklemdeki SSCB'nin yerine Çin konuyor, hesap tamamlanıyor.
Çin eski denklemde SSCB'nin yerini almaya razı mıdır? Herhalde razıdır. Muhtemelen Rusya hariç herkes böyle bir modellemeye razıdır. Hatta belki Rusya bile... Mesele şu ki, herkes razı olsa, herkes SSCB'yi Çin'le ikame etmek hususunda her türlü fedakarlığı yapsa bile, eski denklemi hayatta tutmanın yolu yok.
Fren pedalı zannedilen şey bir işe yaramayınca, direksiyon zannedilen şeyi çevirmek bir netice vermeyince, eğer siyasetçilerimiz olsaydı, ellerindeki kullanım kılavuzlarını bir yana bırakacaklardı. Nereye gitmek istediklerine değil, atın nereye yöneldiğine yoğunlaşacaklardı. Atı anlamaya çalışacak, onun hareketlerinden kendileri için bir fayda üretmeye çalışacaklardı. Neticede at sakinleşecek, hepimiz faydalanacaktık. Endüstriyel politika ise, bir atın üzerinde olduğumuzun farkında değil.
Sadece otomobil kullanmayı biliyoruz ve otomobilin üzerindeymişiz gibi davranıyoruz. Elimizdeki kılavuzlar çuvallıyor. Kainatın genişlediğinin farkında olmayan Einstein'ın denklemleri de çuvallıyordu. Bir sabit uydurmuş, denklemleri kendi bildiği gerçekliğe uydurmuştu. Endüstriyel kavrayışın da sabitleri var. Açıklayamadığımız her şeyi açıklayan sabitler... Herkesin meşrebine göre, artık petrol mü olur, El Kaide mi, CIA mi, her neyse... Açıklanamayan şey ne kadar büyürse sabitimizi de uygun şekilde kalibre ediyor, denklemlerimizi muhafaza edebiliyoruz.
Kim tutar bizi...