Türkiye 2023'te dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olma hedefini hükümet üyelerinin ağzından defalarca dile getirdi. Bu hedefi tutturulabilmek için pek çok boyutta başarılı olmak ama her şeyden önce eldeki insan kaynağını en iyi şekilde yönetmek gerekiyor. Söz konusu olan insan kaynağı olunca eğitim boyutu önem kazanıyor.
Tam anlamıyla zihinlerde derlenip açıkça ifade edilmiyor olsa da hem kişisel hem de toplumsal düzeyde başarı için "eğitimin şart" olduğunun herkes farkında. Bu nedenle eğitim sistemiyle ilgili ne zaman bir değişik gündeme gelse, konu kamuoyu tarafından uzun uzun tartışılıyor. Tartışılması da doğrusu zira en iyi çözümü üretebilmek için her fikrin dile getirilip dikkate alınması gerek. Yeter ki tartışmalar ve sonunda üretilen çözümler siyasi hesaplardan steril kalabilsin.
Üniversiteye geçiş sistemi de sık sık değişen ve kamuoyunda tartışılan konulardan biri. Bu tartışmalar sırasında her ne kadar ÖSS'yi, ÖYS'yi, YGS'yi, LYS'yi, ÖSYM'yi ve YÖK'ü yeri geldiğinde yerden yere vuruyor olsak da unutmayalım ki bugünkü Türkiye o sistemin eseri. Ülke nüfusunu büyük çoğunluğunu oluşturan kitle "çoktan seçmeli sınavlar"ın ürünü. Hastanedeki doktor, mahkeme salonundaki hakim, şantiyedeki mühendis, okuldaki öğretmen, sokaktaki işsiz. Bu kişilere çoktan seçmeli sınavlar yerine açık uçlu sorular sorulmuş olsa acaba şu anda Türkiye'nin yılda ürettiği patent sayısı bugünkünden fazla mı olurdu? Ya da ilk 10 yerine ilk 5 ekonomi olmak için mi hedef koyuyor olurduk? Bazı şeyleri yaşamadan bilmek güç.
Üniversiteye geçiş sisteminin nasıl değişmesi gerektiğini tartışırken Türkiye'nin kendi dinamikleri çerçevesinde eğitim konusunda deneyimli bir ülke olduğunu unutmamamız gerekiyor. Kritik olan bu deneyimlerden faydalanmayı unutmamak.
Ben, elemeye yönelik sınavlardan ne bugün ne de gelecekte vazgeçilebileceğini düşünüyorum, zira arz ve talep arasında bire bir eşleşme yapmak pratikte mümkün olmayacaktır. Makro ölçekte arz ve talep arasında eşitlik sağlansa bile bazı üniversite ve bölümler daha fazla, diğerleri daha az talep görecek bu nedenle gözde kontenjanlara kimin yerleşeceği konusunda mutlaka bir eleme mekanizması işletmek gerekecektir.
Bu eleme mekanizmasıyla ilgili uygulanacak yöntemin hassasiyetle tasarlanması gerekiyor. Kullanılacak ölçme ve seçim kriterlerinin bilimsel dayanaklarının güçlü, uygulamanın şeffaf olması mecburi. Bu bağlamda sınavların üniversiteler tarafından yapılmasının riskler taşıdığını düşünüyorum. Her ne kadar "üniversite" kimliği sınavların ve öğrenci seçiminin tarafsız ve adil yapılmasını teoride garanti ediyor olsa da, yapılabilecek tek bir kurumsal hata "üniversite" kavramını toplumun zihninde zedeleyebilir.
SINAVLARI ÜNİVERSİTELER YAPARSA
Sınavların üniversiteler tarafından yapılması durumunda adayların bir kez değil çok kez sınava girmesi, şehirden şehire koşuşturması gerekecek. Sınavların hazırlanması ve değerlendirilmesi üniversiteler için ayrı bir iş yükü getirecek. 1960'larda yaşanan benzer sıkıntıların ardından ÜSYM'nin kurulduğunu iki hafta önce yazmıştım. Zaman kaybına gerek yok.
Kalıcı çözüm, merkezi sınav ve merkezi olmayan yerleştirme olabilir. Bu yöntem zaten yıllardır üniversitelerin lisans üstü programlarına öğrenci kabulü için kullanılıyor. Bir diğer deyişle ÖSYM tarafından senede birkaç kez tekrarlanacak merkezi sınavlar ve bu sınavın sonuçları ile üniversitelerin kendilerinin koydukları kriterlerin bileşeni olarak üniversitenin kendi öğrencilerini seçmesi. Riskli mi ? Riskli... Ama kurumlara güvenmek gerek.