Fransız halkının faşist olduğuna, hadi biraz yumuşatalım bu kadar aşırı sağa prim verebileceğine ve de Sarkozy gibi birinin peşinden gidebileceğine inanmak ne kadar zor... Hele de benim kuşağım... Biz 'Bidon kafalı Fransızlar' deyip geçemiyoruz...
Oysa subjektivizm bir kenara bırakılabilir, manzaraya biraz uzaktan bakılabilirse belki durum daha bir netlik kazanabilir... O Fransa ki 1870 Paris komününü yaşamış. İkinci Dünya Savaşı'nda destan yaratan direnişçileriyle faşizmle savaşmış, kelle vermiş, kelle almış, sol düşüncenin ruhunu, aklını, fikrini yaşatan ve yansıtan onca sanatçı, edebiyatçı siyaset adamı ortaya çıkarmış... Siz şu pazar akşamı ortaya çıkan duruma bakın: Hollande'ın başını çektiği ve Sosyalist (%28.6), Komünist (%11.1) ve çevreci Ekoloji (%2,3) partilerinden oluşan Sol Birlik cephesi yaklaşık %42-43 bandında bir oy potansiyeli oluştururken, Sarkozy (27,2), Le Pen (17,9), Bayrou'dan (9,1) oluşan Sağ Birlik ise %54-55 bandında... (Reuters)
Çok büyük sürpriz olmazsa Merkel'in açık destek verdiği Sarkozy yine başkan olacak gibi. Yazık... Berlusconi de resmin kadrajına girebilseymiş, hep birlikte başlattıkları 'Avrupa'nın içine nasıl edilir?' traji-komedisine devam edilebilirmiş.
Türkiye aydınları yine karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmışlar... Sarkozy - Le Pen cephesinin toplamı %45'e ulaşmışken, Marine Le Pen aşırı sağ adına rekorlar kırarken, 'Komünistler %10.8 ile kendi tarihlerindeki en yüksek oyu aldılar' şeklinde yorumlar yapmıyorlar mı, bayılıyorum. Hele de küresel ısınma ve iklim değişikliği felaketi geri dönülemez noktalara doğru tırmanırken Fransa gibi bir ülkede 'çevreci' partinin %2 alması, akıllara zarar gibi görünebilir...
Sayın Kılıçdaroğlu'nu akla getirircesine Hollande'ı daha çok bir 'muhasebeciye' benzeten ünlü gazeteci ve yazar Chris Hedges'in makalesini okumalısınız. (http://dandelionsalad.wordpress.com/2012/04/23/the-globalization-of-hollow-politics-by-chris-hedges)...
Özetle; Fransa'daki seçim sonuçlarını, 'sürpriz' diye niteleyip Marine Le Pen'in büyük başarısı olarak tarihe not düşmektense, acaba sosyal demokratların 'bir başarısızlıkları daha' diye tespitte bulunmak ve Türkiye için de dersler çıkarıp bir an önce çözüm yolları aramaya başlamak daha mı akıllıca olurdu?
Bizim 'Büyük Fikir - Büyük Lider - Büyük Teşkilat' üçlemesi şeklindeki önerimizi yabana atmayın sakın...
Ekonomik değil kültürel bir veri
Kavaklıdere Şarapları Murahhas Azası Ali Basman'ın dün bizim gazetede Doruk Çakar'a yaptığı açıklamadan öğrendiğimize göre üzüm üretiminde dünya beşincisiymişiz. Bu üretimin de sadece yüzde üçünü şarapçılıkta kullanıyormuşuz.
Bu bilgi, Türkiye'de bir fikir, hizmet ya da ürün sunarak muhataplarıyla buluşmak isteyen kim varsa, herkesi yakından ilgilendiriyor olmalı. Evet, isteseniz de istemeseniz de, yakınsanız da şükretseniz de bizim insanlarımızın ortak ruhi şekillenmesini belirleyen kültür ve değerler atmosferi, modernizmi Batı ülkelerinin yürüdüğü yollardan adım adım takip etmediğinden, Fransızlar gibi şarap da içmez, laiklik anlayışlarının uzağından da yakınından da geçmez.
Mehmet Altan'ın önceki akşam Mehtap TV ekranlarında ifade ettiği gibi 'İsveç halkından daha geri bir halk olduğumuzu düşünmüyorum' ifadesinde anlamını bulan 'demokrasiye uygun yönetilme talebi'nin bir 'temenni, hüsnü kuruntu' (wishful thinking) olmaktan öteye geçebilmesi için, öncelikle 'usul hakkında' konuşmak lazım. 'Kıyaslamalar' risklidir. 'İsveç' örneğini verdiğinizde örneğin 'Danimarkalılar'ı hor gören halkından taze izlenimlerle dönen birinin 'Hadi canım geçiniz!'' nidasıyla karşılaşabilir ve bu türden çatallanarak uzayan kıyaslamalarla da bir yere varılmaz.
Biz kendimizi ne kadar tanıyoruz ki?
Sen tut üzüm üretiminde dünya beşincisi ol ve ürettiğinin sadece yüzde 3'üyle şarapçılık yap! Salyangoza itibar edilmediğini bilirdik ama şarabın da hemen ardından geldiğini düşünmemiştim açıkçası...