Bir ithamla, 'bir fikri değil bir ruh halini ifade eden' haksız bir saldırıyla karşı karşıya gelen birinin öncelikli olarak yapması gereken nedir biliyor musunuz?
Tıpkı sıcak mı sıcak bir günde gözüne iri bir çikolatalı dondurma külahı ya da bardağı terlemiş bumbuz bir su gibi görünen 'içinden geldiğince' davranma özgürlüğünün büyülü cazibesine karşı durabilmek...
Bu konudaki en iyi sınavlardan biri hiç şüphesiz TV'lerdeki (artık izlenme rekorları da kırmayan) bazı 'didişme programları'dır...
Bunlara katılanlar kimlerle ve neyle karşılaşacaklarını baştan bilirler...
Genelde, sabahları 'Acaba bugün kimle 'didişsem'?' diye uyanan 'arızalı' kişiliklerdir çoğunluğu... Bir de durumu bile bile bu 'makulenin' karşısına oturmayı, kısa yoldan şöhrete kavuşmak adına araç olarak gören 'genç irisi' bay ve bayanlara rastlıyoruz...
Gladyatörleri, ekranı üçe dörde bölerek karşımıza çıkaran bu 'didişme programlarındaki' bireysel iktidar şehvetini gözümüzün içine sokanlar, bir gün size 'bulaştıklarında' itidali kaybetmemek, kolay iş değildir...
Masaların üzerine yatarak, eline koluna hatta ağzındaki tükürüğe bile hakim olamayarak 'sözcük kusan' bu 'fena halde içinden geldiği gibi davranan' zevattan öğrenilecek hiçbir şey yoktur. Onlar dinlenmez, izlenemez belki ancak 'seyredilir'...
***
İki tür agresyona da alıştım aslında... Genel olarak ve en sık karşılaştığım türü, AK Partili olduğum üzerine yürütülenidir. Hükümetin başarılarının altını çizdiğim ve muhalefet işini bir türlü beceremedikleri için eleştirdiğim CHP'nin geçmiş dönem Antalya Milletvekili'nin 'Sen kıçına ampul tak, yanar' şeklindeki veciz ve bilimsel (!) tespiti bu agresyon türünün fevkidir, mesela...
İkinci tür agresyona pek ender rastlarım. Özellikle internet ortamında adını gizleyerek serseri mayın gibi oraya buraya çarpan zeka özürlü, cahil, 'arızalı', birileri tarafından 'postal yalayıcısı' olmakla da suçlandığım olmuştur.
'Tarihi gerçekçi' bir analizle bakıldığında hiçbir parametrede diğer ülkelerin silahlı kuvvetleriyle benzeşmeyen, içinde yaşadığı koşullar nedeniyle benzeşmemesi de gereken Türk Silahlı Kuvvetleri'ne AK Parti'nin onun Genel Başkanı'nın nasıl baktığı bellidir. Bunun için Anıtkabir Anı Defteri'ne ya da seçim bildirgesine, hükümet programına bir göz atmak yeter... Benim sözüm onlara değil. Onlara yaranmaya çalışan, ancak hiçbir zaman yaranamayacağını bilemeyen, 'sonradan görme', 'hazımsız' kötü kopyalara...
***
Toplumdaki, devletteki dönüşümü yeni keşfetmenin şehveti içinde mal bulmuş Mağribi gibi oraya buraya saldıran bu arkadaşlar o yıllarda ne yapıyorlardı bilemem... 2003'ü şöyle bir hatırlamaya çalışalım. Aylardan mart. Yayıncısı olmaktan gurur duyduğumuz 'dünyanın en önemli entelektüel dergisi olarak kabul edilen' NPQ'da AK Parti'nin seçim başarısından yola çıkarak özel bir sayı hazırlamıştık. Ana başlık şöyleydi: 'Gelişim mi, Değişim mi, Dönüşüm mü?'... Bazı arkadaşların bugün bize cazgırlık yapmadan önce o sayıyı internetten indirip okumalarında yarar olabilir. Her şeyi herkesten iyi biliyorlardır mutlaka da; biz yine de bir abi nasihatinde bulunalım... (www.npq.com.tr/icindekiler/arsiv/cilt/4/sayi/9)
Silahlı Kuvvetler lağvedilse zil takıp oynayacakmış gibi bir tutum izlemeyi anlamak kolay değildir ve bunun da kimseye faydası yoktur. Hele de ülkeyi bir arada tutmak için ciddi çaba harcayan AK Parti'ye ve Başbakan Tayyip Erdoğan'a...
***
İletişimin ve marka yönetiminin öğrenilmesi gereken kurallarından biri, 'seçilmiş davranış sergilemek' ise bir diğeri, bireysel ya da kurumsal markanızı hangi markalarla bir araya getirdiğinize özen göstermenizdir...
'Seçilmiş davranış' sergilemenin, bazılarının sandığı gibi öyle 'sahtelik'le ilişkilendirilecek bir durumu yoktur. Aynı şey 'İnsan perhizi' için de söylenebilir. Aslında dibine indiğinizde 'aile terbiyesi'ne kadar giden ve çoğumuzun hiç de yabancısı olmadığı tutum ve davranışlardır bunlar. Haksız saldıranların şerrinden korunmak için 'içinizden geldiği gibi' davranmamak, saldırıyı görmezden gelmek ve şerden uzak durmak, tek çıkış yoludur.