'Rahat'ın bir taraflarınıza batması için ya Gwen (romanımızın kahramanı) türü vesileler bekleyeceksiniz (Godot'yu bekler gibi) ya da vesileleri kendiniz yaratacaksınız. Bir de üçüncü yol var tabii; çelişkileri ve mutsuzluğu kendinize mesken tutup 'acıların insanı' olarak yaşamayı, ya da 'sürünmeyi' sürdürmek... Elia Kazan'ın yazdığı Uzlaşma'dan söz ediyoruz...
Bu kez yeni çıkmış değil, uzun yıllar önce yayınlanmış bir kitaptan söz etmek istiyorum. 'Benim Üniversitelerim' (Gorki'den hafif esinlenme) içinde yer alan (bkz; www.alisaydam.com) ve hayatımın hiçbir döneminde gündemimden düşmemiş bir kitaptan; Elia Kazan'ın Uzlaşma'sından (The Arrangement)...
Geçenlerde bir arkadaşa armağan etmek için aradım. Bende 1967'de 'e Yayınları' tarafından Nazar Büyüm'ün nefis Türkçesi ile yayınlanmış 2 ciltlik nüshası vardı. Oysa 2006'da Adam Yayınları tarafından aynı tercümeyle tekrar basılmış. Tek cilt olarak. 592 sayfa. Okumak sabır işi. Ama değer.
İnternette öylesine bir tur atsanız, üzerine yazılmış pek çok görüş ve eleştiriye rastlayabilirsiniz. Peki, pek çok yeni yayınlanmış kitap dururken, neden Uzlaşma'yı seçtim?
Bu sorunun yanıtını yazının sonuna geldiğinizde alamamış olursanız, bu iki anlama gelebilir: Ya ben meramımı anlatmada aciz kalmışımdır; ya da kitap seçimim ve/veya yazdığım kanal, hedef kitle değerlendirmesi vb. yanlıştır. Göreceğiz... Beni bu kadar etkilemiş bir kitap üzerine kelam etme şansı varken, bunu kullanmasaydım, en büyük haksızlığı kendime ve Kazan'a yapmış olacaktım. O gün bugünmüş demek ki...
70'LERDE, BEKåR EVİNDE...
Uzlaşma ile kadim dostum Üstün Barışta'nın Taksim Talimathane'deki bekar evinde tanışmıştım. 70'lerin ortasıydı. Askeri Müze'de askerliğimi yapıyor, Barışta'nın evine evci çıkıyordum. Küçük bir misafir ve kitap odası vardı. Orada yatıyordum. Aslında pek uyuduğumuz söylenemezdi. Üstün'ün Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği sinema seminerlerine katılıyor, sonra da gerektiğinde salonda kıvrılıp uyumak durumunda kalan sevgili kardeşim rahmetli Ali Tara'yla birlikte (bazen İzzet Yasar ve rahmetli Kazım Hün de katılırdı) sabahlara kadar sanat, kültür, estetik ve felsefe üzerine sohbet ederdik. Malumatın sınırlarını, bilgi ve bilgelikten yana zorladığımız; 'düşüncenin taşıdığı düşünceyi' aşıp 'duygunun taşıdığı düşünceye', oradan da hatta 'duygunun taşıdığı duyguya' yelken açtığımız yıllardı.
Kafamın dönüp dolaşıp takıldığı 'bireyin diyalektiği' meselesinin yanıtları, yeni yeni filizleniyordu. İnsanın üstüne çöken, çökmesine izin verilen tüm 'tasallutlar'dan (örneğin, sorgusuz kabullendiğimiz, aklımızı teslim ettiğimiz ideolojiler vb.) ya da Yedi Ölümcül Günah gibi insanın, hangi dünya görüşü ve fikri yapıdan gelirse gelsin aşamadığı, mutsuzluğunun huzursuzluğunun temellerini oluşturan, 'beşeri zaaflarından' bir türlü kurtulamayışının nedenlerinin sorgulanması gerektiğine inanıyorduk.
İşte o karanlık tünelin ucunu görmeye başladığımız günlerdi. Brecht'in yıllarca bizden sanki saklanmış benzersiz ve biricik eseri Me-Ti'yi neden yazdığını yavaş yavaş çözümleyebiliyorduk... Tasavvufu, İslam felsefesini reddetmenin nelere mal olduğunu hissediyor, 'dönende duranı, duranda döneni' okumaya, içindekinin içindekini anlamaya çaba harcıyorduk. Biçimi ve içeriğiyle 'basitmiş' gibi görünen 'eşyanın' (şeylerin), çok karmaşık bir özü olabileceğini yavaş yavaş fark etmenin ne büyük bir esenlik duygusu verdiğini 'yaşamak' ayrı bir tat veriyordu...
Bir gece sabaha karşı birkaç saatlik uyku için odama çekilmiştim. Çok geçmedi ki kafama arka arkaya düşen iki ağır şeyin acısıyla, feryat etmekle inlemek arası bir sesle yataktan fırlamışım. Yatağın ortasında iki kitap duruyordu. Kapaklarında aynı fotoğraf vardı. Vücudunun gösterilmemesi gereken hiçbir yerini göstermeden dizlerinin üzerinde çırılçıplak oturmuş, ellerini yandan sarkıttığı için göğüsleri de pek gözükmeyen nefis vücutlu bir genç kadın... Üstünde kitabın ve yazarın adı: Uzlaşma, Elia Kazan...
Üstün ve Ali bağırtıma koşup geldiler. Bu olayın kitapları okumam için ilahi bir işaret mi olduğu, yoksa Üstün'ün 'Beni yenile' diye inleyen kütüphanesinin mesajını mı ilettiği üzerine kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra kendimi Uzlaşma'nın sayfaları arasında buluvermiştim...
'ÜNİVERSİTE KİTAP'
Elia Kazan'ın yazarlık serüveninden bihaberdim aslında. Ayrıca bir de önyargım vardı. McCarthy Dönemi'nde ispiyonculuk yaptığı, solcu arkadaşlarına ihanet ettiği söylenirdi. Böyle birinin her tarafı edebiyat olsa ne 'yazardı' ki?
Oysa Uzlaşma'nın yayınlanmasından 30 yıl sonra çıkardığı 'A life' adlı kitabı (Bir Yaşam, Afa Yayınları, 1997) -bana sorarsanız okuduğum en iyi otobiyografilerden biridir- ciddi bir edebiyat yapıtı olarak kütüphanemde yerini alacaktı. Uzlaşma da 'üniversitelerimden' biri olarak yaşamımın kalan kısmını, ilişkilerimi, dünya görüşümü belirleyecek kadar hayatımın içine girecekti.
Uzlaşma için 'sanat ve edebiyat' çevrelerinin neler diyebileceği belliydi. Kazan 1969 yılında romanı beyaz perdeye aktarmış Kirk Douglas, Faye Dunaway, Deborah Kerr'in başrolleri paylaştıkları bir başyapıt çıkarmıştı. Sinema yazarlarımıza göre Rıhtımlar Üzerinde, İhtiras Tramvayı, Viva Zapata, America America dururken bu düşük ritimli filmin yeri yoktu başyapıt adayları arasında...
Kitaba gelince, edebiyat tarihi içinde esamesi bile okunmazdı... Benimse, Brecht'in ortaya koymuş olduğu tek kriterim vardı: 'Sanatların en yücesine, yaşama sanatına hizmet ediyor mu, etmiyor mu?' Soru bu... Üstelik filmine oranla daha iyiydi Uzlaşma'nın yazılı metni...
'REKLAM AJANSI' ROMANI
Kitap bazılarına göre sadece reklam dünyasını anlatıyordu bize. Eddie Anderson başarılı bir kreatif direktör ve harika bir müşteri ilişkileri yöneticisidir ya, roman da reklam ajansı romanı olmalı değil mi?
Eddie, bir toplantıda ajansa müşteri kanadından dahil olan nefis bir yaratıkla karşılaşır. Gwen ile yaşadığı derin aşk ilişkisi içinde; birden eski hayatını ve standartlar içinde her türlü duygunun yitirildiği evliliğini; avukatıyla ilişkisini sonradan tespit edeceği steril eşi Florence ile ilişkisini sorgulamaya başlar. Sonra her şey alt üst olur.
Bazılarına göre ise eser, 'Türkiye'den Amerika'ya göç eden bir aile babasının hikayesidir. Sam New York'ta Şark Halı ve Kilimleri isimli bir dükkan açar ve Türkiye, İran, Suriye gibi ülkelerden getirdiği halıları satarak küçük bir servet edinir. Oğullarından Eddie, babasının işini yapmak istemediğine karar verip, annesinin desteğiyle üniversite okuyarak, sonunda reklamcı olur. Reklamcılık kariyeri, güzel bir evlilik ile ilerlerken Eddie bir gün, kendiyle hesaplaşmaya başlar. Sevgilisiyle karısı arasındaki gidip gelmelerinin sonunda sevgilisi ile mutlu olacağını düşünür, karısı 'öteki kadını' fark eder, ortalık karışır... Akıl hastanesine kadar giden bir yola sapar.'
Bu ve benzeri yorumlara göre, bütün roman boyunca Türkiye'deki topraklarından, kültür ve değerlerinden koparılmış insanların dramı anlatılmaktadır. Bana sorarsanız bunların hiçbiri yoktur romanda.
Tabii ki pek çok yan motif vardır hikayede. Ancak işin özü Eddie'nin geçirdiği bireysel ruhsal tekamülden başka bir şey değildir. Gwen sadece vesiledir, amaç değil... Anne, baba, kardeşle, geçmişle 'hesaplaşma' da bir araçtır.
Vahşi kapitalizmin amansız rekabetçi ortamında Eddie'nin çok başarılı bir şekilde reklamını yaptığı ürünün Zephyr marka bir sigara olması da bir rastlantı değildir.
O vahşi kapitalizmdir ki, Eddie'ye tüketim toplumunun tüm nimetlerini verirken bir tek şeyi verememektedir: Mutluluk... Kitabın daha en başında Eddie'ye arabasını TIR'ın altına sürdüren duygu onun hayatındaki kırılma noktasını oluşturur, sanılmak istendiği gibi Gwen'e olan aşkı değil...
İşte o kırılma noktasından sonra Eddie'nin hayatında, bir tür 'Vazgeçmek özgürlüktür' dönemi başlar. Eddie dünyevi her şeyden yavaş yavaş vazgeçer. Hiç unutmam. Bir tanıdığımız filmi seyrederken boş bulunup demiş ki: 'Rahat, Eddie'nin bir tarafına battı...'
Aynen öyle... İnsanı mutsuz eden, yaşama sanatından uzaklaştıran 'rahat', insanın bir taraflarına batmadıkça ruhun tekamül etmesi mümkün değildir. 'Rahat'ın bir taraflarınıza batması için ya Gwen türü vesileler bekleyeceksiniz (Godot'yu bekler gibi) ya da vesileleri kendiniz yaratacaksınız. Bir de üçüncü yol var tabii; çelişkileri ve mutsuzluğu kendinize mesken tutup 'acıların insanı' olarak yaşamayı ya da 'sürünmeyi' sürdürmek...
45 yıllık bir romanı burada tekrar ele almak, belki 'akıl karı' olarak algılanmayabilir, anacak bana sorarsanız kesinlikle 'duygu karı'dır...
Yaşamak sürekli tercih yapmak demek değil mi? O halde siz de 45 yıllık bir tercih yapın ve Uzlaşma'nın kafanıza düşmesini beklemeden, siz onun peşine düşün...
'Bir arkadaşa armağan etmek için aradım kitabı. Bende 1967'de 'e Yayınları' tarafından yayınlanmış 2 ciltlik nüshası vardı. 2006'da Adam Yayınları tarafından aynı tercümeyle tekrar basılmış. Tek cilt olarak.'