Goethe'yi önce Faust'uyla tanımak adettendir. Biz de Faust'uyla Goethe dünyasına adım attığımızda daha çok gençtik. Goethe'nin yaşamında sözünü ettiği 'şiir ve hakikat'in izini sürmeye davet ediyorum sizi de...
'Yaradılışım gereği sıradan bir insan kadar iyilik bilirim; kabullendiğim bir iyiliği unuttuğumda, ilişkilerin bir anda kötüleşmesi sonucu ortaya çıkan öfkeli bir duygu, beni çok kolay nankörlüğe sürükleyebilmiştir.
Bununla baş etmek için, ister armağan, ister değiş tokuş, ister satın alma yoluyla ya da başka bir şekilde olsun, sahip olduğum her şeyi nasıl elde ettiğimi, kimden aldığımı anımsamaktan mutlu olmaya kendimi özellikle alıştırdım.'
Bir yüce insanlık duygusu karşısında olduğumuz kesin...
Goethe'yi tanımak gerçek bir mutluluk vesilesi... İlk kitabım 'Algılama Yönetimi'ni Faust'tan şu mısralarla başlatma arzumun başlıca nedeni de, yukarıdaki paragrafta da işaretlerini bulabileceğimiz, hiçbir bilgi ve disiplinin tasallutuna sığamayan derinlikli duyguları 'taşıyabilen' bir özle sık sık karşılaşamayacağımıza olan inancımdır.
'Ben ki felsefe, / Hukuk ve tıp, / Ve bir de -ne yazık ki- teoloji, / Tahsil ettim nice meşakkatlerle. / Şimdi, ben, o acınası ahmak, / Daha önce ne denli akıllı idiysem, / Şimdi de öyleyim.' (Faust, Birinci Bölüm, Gece)
***
Goethe'yi önce Faust'uyla tanımak adettendir. 'Goethe okumaları'na 'Doğu Batı Divanı'yla başlayanına henüz raslamış değiliz. İstanbul Erkek Lisesi yıllarını bu yazarı tüm eserleriyle birlikte tanımadan geçirmek düşünülemezdi bile. Biz de Faust'uyla hem Almancasından hem de Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak'ın iki bölümü bir arada olan çevirisiyle Goethe dünyasına ilk adımlarımızı attığımızda, çok gençtik. İyi ki Sadi Irmak'ın önsözüyle okumuşuz; çünkü 1749'da Frankfurt'ta doğan ve 1832'de Weimar'da ölen bu müthiş yazarın dünya görüşünü, içinde yaşadığı dönemde kimlerin çağdaşı olduğunu, 'bir kainat dramı' olarak nitelediği kahramanı Faust'un zamana hitaben söylediği 'Dur, geçme çok güzelsin' ifadesinin derinliğini herhalde hiç ama hiç anlamadan sayfaların arasından gelir geçermişiz.
18. yüzyıl ortalarının Frankfurt'unu anlatan sayfaların başka hiçbir tarih kitabından edinemeyeceğiniz zenginlikte bir hayat parçası olarak algılanması okur açısından ne büyük bir nimet. 'Her kentin çocuklarını ya da torunlarını korkutan bir tragedyası vardır' diyen Goethe'nin, o zamanlar Frankfurt'ta mimari açıdan görkemli hiçbir şeyin olmadığını anlatan satırları... Kapılar, kuleler, duvarlar, köprüler, hendekler... Nehir kenarında gezintiler, 1300-1900 yılları arasında kullanılan bir para birimi olan Kreuzer'in bir tanesiyle kayıkla karşıya geçmekten duyulan hazlar... 'Römer' diye anılan Belediye Sarayı... Saygın törenler...
28 Ağustos 1756'da başlayan Yedi Yıl Savaşı ve Prusya Kralı II. Friedrich'in altmış bin askeriyle Saksonya'ya saldırmasıyla başlayan yeni hayat ve ardından birkaç yıl sonra da Fransızların kenti işgal etmesi, olağanüstü hayat dersleri kazandırır çocuk yaşlardaki Goethe'ye...
Pek çok kavramda bugün yüklediğimiz manayı bulamayacağınız zamanlardan söz ediyorum. Kaldı ki, kitabın henüz beşinci sayfasında Goethe şu muhteşem kelamı sarkıtıp geçiveriyor:
'...sadece on yıl önce ya da on yıl sonra doğmak bile insanı aldığı eğitim ve hayattaki duruşu bakımından tamamen farklı kılabilir.'
Goethe'nin babasına özel bir sempati duymama neden olan cümle şuydu: 'Babam öğretme yetisine fazlasıyla sahip biriydi.' Sayfalar ilerledikçe Goethe'nin dilden müziğe, eskrimden resme, at binmekten ipek böcekçiliğine kadar pek çok alanda baba arzusuyla aldığı derslerin içeriklerini kavradıkça, muazzam bir eğitimin, bu eğitime fazlasıyla layık bir gençle buluşmasından nasıl bir 'dahi'nin ortaya çıktığını daha iyi anlıyorsunuz. Yidiş dili dersi aldırılır mı? Goethe diyor ki:
'Tuhaf Yidiş dilini öğrenip okuyabildiğim ölçüde güzel yazmaya çalışırken, İbranice'den türeyen, onun modern, bozulmuş ve çarpılmış hali olan bu dilin kesin bilgilerle işlenmesi için gerekli İbranice bilgisinin bende eksik olduğunu anladım.'
Babasına İbranice öğrenme isteğini söylerken, çok iyi anladığı Yeni Ahit gibi Eski Ahit'i de kolaylıkla okuyabilmesi için temel dillere hakim olması gerektiğini anlatır. Babası hakkındaki şu tespitlerine de özellikle dikkat etmekte yarar var:
'Babamın en çok nefret ettiği şey, bir şeyin boşuna yapılmış olması, bir insanın zamanını kullanmayı bilmemesi veya zamanını kullanmaya fırsat bulmamasıydı. (...) Babam hem kendisine hem de kız kardeşime yazmış olduğum bütün mektupları özenle saklamış ve ciltletmişti; hatta onların hem yazım hem dil hatalarını düzeltmişti.'
İlginç değil mi?
Babası herkesin resim öğrenmesi gerektiğini iddia edip bunu emreden İmparator Maximilian'a da çok saygı duyarmış. Fenelon'un 'Telemakhos'u, Kopp'un 'Kurtarılmış Kudüs'ünü ezberleyerek okuyan bir çocuk... Racine'in, Moliere'in, Corneille'nin eserlerini 'inceleyerek' okumalar ve ezbere okuma yarışları yapılan bir arkadaşlık ortamı... Fransız işgali sırasında da çocuklar ve gençler için yarışmalı ortamlar, eğlenceler aynen devam eder.
Goethe'nin yaşamında sözünü ettiği 'şiir ve hakikat'in izini sürdüğünüzde, İtalya dahil tüm seyahatlerindeki gözlemlerini, özellikle Gretchen'e ve sonradan Lili'ye duyduğu ölçüsüz aşklarının acı dolu deneyimlerini, olağanüstü bir 'tekamül'e işaret eden ve hepimizin hayatına değen cümlelerini keşfederek okumak aynı zamanda huzurlu bir okuma serüveni anlamına geliyor. Özellikle Weimar yıllarını ve hele de Herder ile dostluğunu anlattığı sayfaların tadını çıkarmak, Diderot, Rousseau, Spinoza ve Shakespeare için neler düşündüğünü öğrenmek isteyenler için bu kitabın okunması bir zorunluluk.
Yaşamımdan Şiir ve Hakikat
Johann Wolfgang von Goethe
Çeviren: Mahmure Kahraman
İş Bankası Kültür
Yayınları
840 sayfa