Empatinin karşılığı duygudaşlıkmış. Anlaşılmaz diye açıklayayım dedim... İstanbul Lisesi'ne son anda ABD'den gelerek yerleştirilmiş olan genç kardeşimin onu okuldan atmak için yürütülen cadı kazanı karşısında neler hissetmekte olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bizim dönemimiz (60'ların başı) olsaydı sınıfımızın liderleri Raşit Alpay ve Cengiz Erdamar başta olmak üzere hep birlikte, olayın içeriğine hiç bakmaz salt şefkat ve dostluk duygusuyla o çocuğa sahip çıkardık. Şimdi ne oluyor bilmiyorum...
Şu sıra bizim okulun üstünde yine kara bulutlar var. Milli Eğitim'in yasalara uygun olarak okula alınması için okul müdürlüğüne talimat verdiği, velilerin ve mezunların ise olayın yasa ve mevzuata uygun olmadığı için öğrencinin kaydına itiraz ettiği bir durum...
İşin tuhaf tarafı, okula girememiş öğrencilerin velileri değil itiraz edenler. Okulda okuyan çocukların velileri...
Ancak algı öyle değil... Yasalarla mevzuatla ilgili bir durum yok. Algı şu: 'Atatürkçü laik bir okul ve camia olan İstanbul Lisesi'ne, İslami kesimden birilerinin çocukları torpille (Pensilvanya torpili de olabilir) sokulmak isteniyor. Biz 'zinde' güçler olarak okulumuza bu 'unsurların' girmesini istemiyoruz.'
İstanbul Lisesi camiası önce bu algının ortadan kalkmasını sağlamalı. Çünkü eğer yasal yoldan verilen 'mücadele' kaybedilecek olursa, o zaman zaten derlenip toplanması hayli zor olan bu camianın karpuz gibi ortasından ikiye bölünmesini kimseler engelleyemez; bunun da sorumlusu bu gereksiz çatışmayı başlatanlar olur.
Burada psikolojik linçe uğramış olan hazırlık sınıfı öğrencisini annesi babası dışında düşünen yok sanki...
Ben ondan yanayım, 'pro' veya 'contra' mevzuattan yana değil...
M. Ali Erbil'in kırılma noktası
Dün bizim gazetede Ercan Sarıkaya'nın haberinin etkisi, her geçen gün büyüyerek yayılacaktır. Bireysel bazda bundan büyük kriz bulmak kolay değildir. Sen tut, 'Hayır hasenat yapacağım. Babam Sadettin Erbil adına Anadolu Lisesi yaptıracağım', diye taahhütte bulun. Vilayet'e belgeler imzalayıp ver, sonra da işlerim iyi değil bahanesiyle vazgeç...
Bunun tamiri, Alev” vatandaşlarımızı rencide eden 'amacını aşmış' (!) sözlerin yarattığı hasarın telafisinden de zordur. Çünkü birincisi kültürle, patavatsızlıkla ilgilidir. Bir andan ağızdan çıkmış, sehven söylenmiş bir söz olarak kabul edilebilip 'delidir ne yapsa yeridir' kontenjanından bir nebze olsun affedilebilir. Ancak diğeri öyle değil. Devlet affetse bile kamu vicdanı unutmaz... Bir anda olmuş bir şey değildir. Düşünüp planlanıp işlenmiş bir 'ahlak cinayetidir'...
Bu arada dün bizim gazetede Erbil'le birlikte adları yer almış olan Ahmet Hamoğlu, Taner Aşkın, Suadiye Lions'un da nur topu gibi krizleri oldu. Tavsiyem, durumu tüm gerçekliğiyle ve gerekçeleriyle birlikte açıklamaları ve itibarlarının zedelenmesini engellemeleri...
Gençlik arkadaşımla gurur duydum
Elgİnkan Topluluğu'nun (E.C.A., Serel, Elmor'un da aralarında bulunduğu çok sayıda şirketler grubu) bir dergisi var: 'Artı 1'... Çok hoş bir dergi. Derginin son sayısında benim çocukluk ve gençlik yıllarıma damgasını vuran iki dostumdan birinin fotoğrafına rastlayınca heyecanlandım. Sonra da gururlandım...
Gri beyaz saçları, kravatının üzerine sarkan askılı gözlükleri ve dimdik duruşuyla bizim Bülent! Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Uluengin... Yanında oğlu Yar. Doç. Dr. Bengü Uluengin ile birlikte gülümseyerek bakıyorlar. Sol yandaki sayfada da 91 yaşındaki baba Uluengin'in, Fatin Bey'in fotoğrafını görüyoruz.
Hepsi mimar olan baba, oğul, gelin ve torunun ortaklaşa ortaya çıkardıkları bir anıt kitap: 'Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı Detayları'...
Ben bu kitabı aziz dostum Dücane Cündioğlu'nun yazdığı yazılardan da hatırlıyorum. Birini veya bir yapıyı, kompleksi anlamanın 'çözümlemek' demek olduğunu anlatan yazısında Dücane diyordu ki: 'Bir yapı'yı en küçük unsurlarına varıncaya kadar parçalamak ve sonra aynı yoldan tekrar inşa etmek... İşte, birine 'Seni anladım!' demenin maliyeti.'
Cündioğlu'nun 16 Ocak 2011'de Yenişafak'ta yayımlanan 'Ecelbeşiği' başlıklı yazısına bir göz atarsanız, bir minarenin en küçük unsurlarına kadar ayrıştırmaya kalkışıldığında ortaya neler çıktığını görüp şaşırır ve Fatin Bey'den 'bir minare külahının nasıl tamir edildiğine' ilişkin yaptığı incelikli alıntıdan çıkarılacak dersleri de -benim gibi- alırsınız.
'Sürdürülebilirlik' konusunda ahkam kesen ne kadar akademisyen ya da meraklı öğrenci varsa herkese 'Uluengin Ailesi'nin dede-oğul-gelin-torun işbirliğinin Osmanlı mimarisine nasıl yaklaştıklarını ve bu olağanüstü serüvenin hikayesini öğrenmelerinde büyük yarar gördüğümü ifade etmeliyim. Elginkan Topluluğu'nun yayın organı 'Artı 1' dergisinin son sayısına ulaşmak isteyenler, (Ekim 2011) internetten iletişim adreslerini bulabilirler.