Zokora’nın seremonide Emre’nin elini sıkmamasını, gönül kırgınlığına veya sevmemesine bağlayabilirim. Ama öfke birikiminden oyunun başında Emre’ye kasti, sakatlamak için, bilerek çift dalmasına Fırat Aydınus gibi bir hakemin seyirci kalmasını hiç anlayamadım.
Yapma hoca, Zokora’nın o hareketi sarı kartla geçiştirilecek, futbol oyununun içinde olan pembe hareketlerden değil. Elini vicdanına koy, Avrupa’da bir maçı yönetsen, o harekete sarı kart mı verirdin!
Gelecek sene Şampiyonlar Ligi’ne gidecek olan F.Bahçe için bu kupanın tek önemi vardı. O da bir yıldır ortamı geren, her türlü hakareti yapan Trabzon’u yenerek bu kupayı da rakibine vermemek.
İlk yarıda muhteşem top oynadı. Özellikle Sow, tek başına Trabzon defansını dağıttı. Giray’ı peşine taktı, sağa kaçtı. Ortayı Cristian’a boş bıraktı. Topal’ın uzun topla attırdığı golde çabukluğu görülmeye değerdi. Giray’ın arkasından fırladı, üç adım önüne geçti.
İlk yarıda futbol oynayan, pozisyon üreten, gol kaçıran taraf F.Bahçe idi.
Trabzon’un dağılan, sert futbolu karşısında F.Bahçe yakaladığı pozisyonların KDV’sini gol yapabilse maç ilk yarıda biterdi.
Trabzon’un hırçın taraftarı da F.Bahçe’nin futbolu karşısında susmuştu.
Futbol ciddi oyundur. Rakibini zayıf görüp, maç bitmeden “kazandım” havasına girmek dünkü ikinci 45 dakika gibi çok sıkıntı yaratır.
Takım yorgun, çok maç oynamış da olabilir. Ama futbolun gerçeklerine göre yakaladığın pozisyonları gol yapacaksın..
Her şeye rağmen iki takım arasında çok fark var.
F.Bahçe hem kadro hem de oyun anlayışı bakımından Trabzon’dan iki gömlek daha iyi takım.
Maçtan sonra futbolcularla koridorda karşılaştım. Hepsinin yüzü gülüyordu. Kupa’yı kazandıklarına sevindiler. Ama daha çok Başkan Aziz Yıldırım’a verdikleri bu kupayı kazanma sözünü tuttukları için mutluydular.