Eskişehir maçındaki kötü futboldan eser yoktu. Tam tersine sahada mücadele eden, tempolu futbol oynayan bir Fenerbahçe vardı.
Herkes payına düşen dersi çıkarmış.
Birinci fark;
Sistemin değişmesi. Mücadeleci beşli orta sahaya dönüp, tek forvet oynanması.
İkinci fark;
Emenike'nin güçlü ve istekli olması. Yaptığı yanlışlıktan sonra ders çıkarıp, verilen şansı iyi kullanmak istemesi. Oyun içinde devamlı hareket halinde olması… Orta sahadan iyi toplar alması… Birebir, hatta ikili mücadelelerde ayakta kalması… Önüne atılan istediği topları bulduğu vakit, şut atması… Bu da kendine güvenmesini gösterir.
Diego da verilen şansı iyi kullanmak isteyen oyuncular grubundaydı. Vücudunu ve ayağını iyi kullandığı için topu ileriye taşımak isteyen oyuncuydu. Çok tekme yemesine rağmen sakindi. Bu da sahada futbol oynamak istediğinin bir işareti.
Fenerbahçe böyle oynarsa maçta kazanır, taraftarın sevgisini de...
Çünkü ilerde basan, topu ayağa çabuk dikine oynamak isteyen, rakibini hata yapmaya zorlayan bir futbol anlayışındaydı.
Ancak Alper'de bir düşüş var. Daha doğrusu, topu ayağına aldığı vakit, hükmetme özelliği ile etki oluyor. Ama top ayağından yarım metre uzak olduğu vakit oyundan düşüyor. Her şeye rağmen Diego, Kuyt, Alper üçlüsü ritmi yakaladığı vakit rakibin orta saha dengesini bozuyorlar.
Fenerbahçe'nin orta sahası iyi olduğu vakit, defans da rahatlıyor. En azından panikle şişirme top yerine, sakin oynayıp, oyunu geriden kurma özelliğini ortaya çıkarıyorlar.
Bu takımın en büyük özelliği ne!
İki bekinin farklı oyunu.
Gökhan sakat sakat oynamasına rağmen iyi mücadele etti. Kadlec riske girmeyen bir bek gibi oynadı. Böyle olunca, orta sahadan direnen yani savaşan ve takımı ateşleyen Diego ve Alper gibi oyuncuların olunca karşısında kim olursa olsun, oyunun hakimiyetini eline alan takım oluyorsun.
Yani Fenerbahçe deplasmanda tek forvet, kendi sahasında da iki forvet ile oynayan takım olmalı.
Sonuç mu!
Bu skorla kupa da ilk finalist Fenerbahçe oldu. Hem de iyi futbol oynayarak…