11’e 11 oynanan ilk yarıda sahada futbol oynayan, rakibini kalesine kilitleyip, bol pozisyon üreten, çok kaçıran taraf F.Bahçe idi.
Özellikle oyunu kenarlara yığmada Gökhan Gönül, Nani ve Diego üçlüsünün ayağa çabuk oyunundaki pas trafiği ve Hasan Ali’nin geriden bindirmeleri, Trabzon’un dengelerini bozdu. Bu oyun anlayışının en büyük aktörü Diego idi. Topu ayağına aldığı vakit kendi etrafından dönen Diego gitmiş, pozisyon üreten, top kazanan, oyunun liderliğini üstüne alan farklı bir Diego gelmişti.
Peki, bu nasıl oldu!
Çok, basit. Sorumluluk verip, sahada özgür bırakınca oluyor.
Muhteşem futbolunu golle süsleyememesine üzüldüm. Ayağına da o fırsat geldi. Altı pasta boş kaleye topu atamamasında biraz acele davrandı. Sakin olsa, skorun 2-0 olması işten bile değildi.
Pereira “Nani’ye karşı olanların hepsini ters köşeye” yatırdı. Olumsuz algıyı “konuşarak, motive ederek” olumluya çevirdi. Attığı goldeki topa vuruşundaki şiddet öfkenin patlamasıydı. Van Persie’ye oradan da Alper’e giden gol pozisyonunun ilk düğmeye basışı da Nani’dendi.
Ve sahada mangal gibi yüreği ile oynayan Gökhan Gönül. Metrobüs gibi durmadan gidip geldi. Hem de tam süratle.
İkinci yarıda ise pozisyonlardan çok gergin bir ortam vardı. On kişi kalan Trabzon, Salih’in oyuna girmesi ile bir anda gerilim filmine döndü.
Neden!
Hakemin kuralları uygulamamasından. Mesela Markoviç ne yaptı? F,:ahçeli futbolcunun yüzüne tüküren, dirsek atan, tahrik eden Salih’ti.
Sonuç:
F.Bahçe, Trabzon’u sahada futbolla ezdi. Bu galibiyet ile de çok şey kazandı. Sekiz puanlık doksan dakikanın sonunda lider oldu. Daha da önemlisi, Konya maçının ikinci yarısında başlayan, Mersin ve Molde maçı ile devam eden “iyi futbollu çıkışının” tesadüf olmadığını göstererek, “Bundan sonra beni izleyin” mesajını verdi.
Çünkü eskiden 70 metrelik geniş alanda oynuyordu. Şimdi 30 metrede. Eskiden topu kaybeden duruyordu, şimdi kovalıyorlar. Birbirlerine yardım ediyorlar. Yavaş oyun yerine çok dikine oynuyorlar.