Türkiye, CHP hükümetleri eliyle Azerbaycan’la iki kez çakıştı.
Birincisini biliyorsunuz:
Boraltan Köprüsü olayı.
Bir iddiaya göre 195, bir iddiaya göre 407 Azeri Türk’ü Boraltan Köprüsü’nden geçerek Türkiye’ye sığınıyor.
Dışarıda savaş…
İçeride İsmet Paşa hükümetlerinden biri...
Sovyetler Birliği kontrolündeki “peyk” Azerbaycan hükümeti “sığınmacıların” derhal iadesini istiyor.
Türkiye ikiletmiyor bile.
Sığınmacıları, yine Boraltan Köprüsü üzerinden Stalin’in Sovyetler Birliği ordusuna teslim ediyor.
Bundan sonrası daha trajik:
Hakkındaki iddialar nedeniyle mahkemeye çıkarılmaları beklenen yüzlerce sığınmacı, ifadeleri dahi alınmadan Boraltan Köprüsü üzerinde kurşuna diziliyorlar.
İkinci olay şu:
1991 yılında genel seçimler yapılmış, ANAP iktidarı kaybetmiştir. Özal da Çankaya’ya hapsedilmiştir.
Kurulacak yeni koalisyon hükümeti Süleyman Demirel öncülüğünde olacaktır. Dışişleri Bakanlığı’na da, koalisyon ortağı sıfatıyla merhum Erdal İnönü getirilecektir.
Öyle oldu.
Demirel Başbakanlığı, İnönü de Dışişleri Bakanlığı’nı kaptı.
O sıralarda Azerbaycan’la Ermenistan arasında büyük bir gerilim vardı.
Ermenistan, Yukarı Karabağ denilen bölgeye gözünü dikmişti.
Tamamen Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ, dünyanın gözü önünde (o “dünya”nın da yardımlarıyla) düşürüldü ve Ermenistan’a verildi. Taarruz sırasında çok kan döküldü, çok sayıda insan hayatını kaybetti.
Türkiye olaya kayıtsızdı.
Başbakan kayıtsızdı.
Dışişleri Bakanı kayıtsızdı.
Göstermelik demeçler dışında hiç kimse doğru dürüst bir açıklama yapmıyordu.
Derken, Kara Murat çıktı... “Aradığınız yiğit benim” dedi...
Çıktı ve belki de o güne kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı basın toplantısını düzenledi.
Dışişleri Bakanı olduğu için, haliyle Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaşa değinmesi bekleniyordu.
Hiç oralara girmedi.
Cumhurbaşkanı Özal’a verdi veriştirdi...
Merhum Erbakan’la dalaştı.
İmam Hatiplerin gereksizliğinden girip, başörtüsünden çıktı. (Yanlış hatırlamıyorsam, Anayasa Mahkemesi’ni etkilemek için hazırlanmış raporun arkasındaki yegâne güçtü.)
Program sonrası gazeteciler etrafını sardılar.
Basın toplantısı bu defa ayakta devam etti.
Bir gazeteci sordu: “Efendim, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaşa ilişkin değerlendirmeniz nedir?”
Nasıl bir değerlendirme yaptı, biliyor musunuz?
Hiç bilmeyin.
Utanırsınız, üzülürsünüz, “yer yarılsa da girsem” dersiniz.
Şöyle dedi: “Azerbaycan’daki yurttaşlarımıza başarılar dilerim.”
Ve çekip gitti...
Bütün bunları niçin yazdım?
CHP genel başkan yardımcısı Ünal Çeviköz’ün şu sözlerini hatırlatmak için: “Maalesef gelen haberlerde, Türkiye’den Azerbaycan’a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan’a gönderildiği ifade ediliyor.”
CHP’de her şey değişse de, bazı şeyler hiç değişmiyor.
Dün Sovyetler Birliği’ne yatıyorlardı, bugün Amerika’ya.