Bu iktidar, bir daha iktidar olacak. Öyle görünüyor. Gelişip, ustalaşarak demokrasiye ülkedeki kültürel canlılığa katkıları adına, yeni iktidarları için alacakları oy, onları düşündürecek, bir anlamda hadlerini bir ölçüde bildirecek biçimde olmalı. 'Benim halkım beni sever', 'benim halkım bana inanır' diyor, iktidar. Bizim, hepimizin halkı dese daha iyi olurdu. Daha yakışırdı demokrasiye, paylaşma terbiyesine, birlikte yaşama isteğine.
Halk mülkümüz değil. Halk bizi eleştirebilir, gücümüzü elimizden alabilir. Demokrasilerde halk yığın değildir. İktidar olarak gücünüz halkın gücüne, halkın desteğine bağlıdır. Halkın iktidardan bağımsız, kendi aklı, kendi gözü, kendi kulağı, kendi vicdanı olduğuna inanmak gerekir. İktidarın halktan gelen desteği tekeli altına aldığını sanması, onu yanıltıcı kibre itebilir.
Bu seçimde halkın, iktidarın zaman zaman içine düştüğü kibriyle ilgili uyarıda bulunacağını düşünüyorum.
***
Ben halkım. Homojen bir bütün değilim. Farklı bakışların, farklı dillerin, farklı hayat tarzlarının bir vatan etrafında, o vatanı vatan yapan değerlerin gücüyle bütünlediği bir topluluğum. Bir parçama bakarak kimse benim bütünlüğüm için konuşamaz. Farklı seslerim varsa, farklı seslerle seslenebiliyorsam, benim meclisteki temsilim de bu birbirinden farklı görüşlerin temsilcileriyle olacaktır. Çok renkli. Çok sesli. Belli değerler etrafında toplanmış. Cumhuriyetin, demokrasinin, Anadolu hikmetindeki binlerce yıllık geleneğin, değerleriyle ortaya çıkan bir gökkuşağı renkliliği. Çoğulluk.
Kargaşa içine düşmeden, renkliliğini, farklılığını korumuş bakışların, yaşayışların iktidarını özlüyorum. Yıllarca, belki de yüzyıllarca iktidar olamamış kesimlerin 'ben de varım' diyerek ortaya çıkıp iktidara aday olması ve iktidarı paylaşması.
Ayrı partilerde olsalar da neden hep birbirine benzeyen insan tipleri, hırslı, kaba, iç dünyası olmayan, uyanık insanlar iktidar olur ki? Yalnız iktidar olanlar için değil, siyaset alanında muhalefet olarak da var olabilmek için belli bir siyasetçi tipine benzemek zorunda mı tipiniz?
Bir gün siyasetimizin insan dokusu değişecektir. Bu gereklilik yalnızca ülkemiz için değil dünyadaki ülkeler için de geçerlidir. Evet, zalim diktatörler istenmiyor. Çağımızda daha vahim bir tablo çıkıyor karşımıza: Demokrat, özgürlükçü görüntüsü altında kripto diktatörler. İnsan bunca yıllık deneyimiyle gizli diktatör olmayı öğrenmeye çabalıyor. Demokratik görünüşlü tavırlarla kendine benzemeyene zulmediyor.
***
Siyasetimizin insan dokusu, onları siyaset alanına götürecek koşulların değişmesi ile değişebilir. Yönetime talip olanları seçecek insan dokusunun değişmesi bu koşullardan biridir. Demokratik bir yönetimle yaşanabilecek nitelikli bir hayatın oluşabilmesini olanaklı kılacak insan dokusundan söz ediyorum. Ne anlıyorum nitelikli insan sözünden? Kendine, kendinden olmayana, elbette kendinden olana da, saygısı olan bir insan. İnsan saygısı, nitelikli bir insanın taşıması gerekli önemli bir özelliğidir. Kendine saygısı olmayan bir insan kadar tehlikeli bir insan düşünemiyorum. Böyle bir insanın hiçbir değere saygısı yoktur. Kendimize olan saygı ötekine olan saygıya götürür bizi. Sevgi, özgürlük, güzellik gibi hayatı yücelten değerlere saygıyı öğrenmeye başlarız.
İnsanın özsaygısını ve öteki saygısını geliştirebileceği toplum düzeni sağlam bir sosyo-ekonomik altyapı gerektirir. Demokrasi, nitelikli insanların yaşadığı, nitelikli bir toplumda çiçek açar. Bu nitelikli insan dokusunun dokunduğu hayata eskiler edep diyorlardı. Kendine, kendinden olan ya da olmayana canı gönülden saygısı olan, ağzından çıkan söze hakim, bilgelik yolculuğu içinde olan edepli insanlar işleyebilir demokrasi gergefini. Bunun için ruh istiklalini kazanmış, iç dünyalarında seyredebilen, sanatı, bilimi, düşünceyi, insanlığın köklerinde ortaya konmuş bilgelik arayışını içtenlikle yaşayan insanlara gereksinimimiz var. Oysa biz demokrasiyi çok yüzeysel, şekilsel yönüyle alıyoruz. Demokratik bir ruh taşıyan insanlar yetiştirmeyi bilmiyoruz.
***
Yan tutan, fanatik biçimde yan tutan insanlar çoğalıyor ülkemizde. Birbirlerini anlamak istemiyorlar. Birbirlerinden şiddetli bir biçimde kuşku duyuyorlar. Bu kuşku kimi zaman bir paranoya düzeyine çıkabiliyor. Bunu son zamanlarda iki olayda gözlemleyebiliyoruz: Yargılamalarda ve sınavlarda. Yargıya güvenimiz yitti. Bizden olan ve olmayan savcılar, yargıçlar aldı yerini. Sınavlardan ağır biçimde kuşku duyar olduk: Karşı taraftan biri sınav sorularını ele geçirmiş olabilir.
Bu ağır güven kaybı hangi taraftan olursak olalım, kendimize olan güveni yitirmeye yol açabilir. Güvensiz bir toplumda demokrasi olanaklı değildir.