Eski İstanbul'da Ramazan öncesi hummalı bir hazırlık yaşanırdı. Tüm Müslümanlar, Ramazan'ı iyilik etme, sevap kazanma günahlardan kurtulma sevinci ve şevki ile karşılardı. Yoksul kimselere "zekat" ve "fitre" olarak dağıtılan yardımlara ek olarak semtin yardıma muhtaç dul ve fakirlerine çeşitli yiyecekler, giyecekler dağıtılırdı. Orta halli aileler tereyağlı pilav için mısır pirinci, erişte yerine Kaygam makarnası, yakmak için balmumu alırlardı. Her evde Ramazan, ev temizliğiyle karşılanırdı. Mutfak rafları, dolaplar boşaltılır, silinir, temiz işlemeli örtüler, yaygılar serilir, yerleştirilirdi. Pirinç şamdanlar, mangallar, leğen ve ibrikler ovulur ve parlatılır, evin bütün bakır kapları, gündelik leğencikler kalaya verilirdi.Ramazan'da birçok da gelenek uygulanırdı. İşte o geleneklerden bazıları:
SÜRDÜRÜLEN VAR
Karagöz ve Hacivat: Bilgili, iyi niyetli Hacivat ile kaba saba, cahil Karagöz'ün atışmasını izlemeye doyum olmazdı. Maalesef zamana yenik düştü.
Mahya: En güzel ramazan müjdeleyicisidir. Sayıları yok denecek kadar az olan bu zanaatın ustalarının ısrarla devam ettirdiği gelenektir.
Diş kirası: Osmanlı zamanında, köşk ve konaklarda halk için sofralar kurulur, gelen herkes Tanrı misafiri kabul edilip geri çevrilmezdi. Ayrılırken misafirlere, hane sahibi tarafından kadife keselerde hediyeler ve gümüş yada altın paralar konulurdu.
Oruca direk vurma: Küçük çocukların oruç tutması uygun olmadığı için onlara öğlen yemek yedirilirdi buna da oruca direk vurma denirdi. Ergenlik çağına giren çocukların ise, ilk oruçlarında takdir anlamında hediyeler verilirdi.
Pişi: Hanımlar un, su, tuz ile yapılan hamuru yağda kızartarak pişi yaparlar; komşulara, esnafa ve davulculara ikram ederdi.
Hırka-ı Saadet merasimi: Ramazan'nın 12. günü kutsal emanetlerin yer aldığı Has oda gül suyu ile yıkanırdı. Ardından amber ve öd ağacı yakılırdı. Osmanlı'nın önde gelenleri yer aldığı bir merasimle Hırka-ı Saadet gümüş mahfazasının içinden çıkartılırdı.
Çocuklar için Ramazan akşamı macun demekti. Renk renk macunların tadına doyum olmazdı.