Kutuplaşma meselesinin Türkiye’de kaçınılmaz bir “siyasi aktör” olmasının birçok nedeni var. Bu nedenler tarihsel, politik, ekonomik, sosyolojik ve tüm bunların içinde yuvalanmış işlevsel potansiyeller olarak sıralanabilir.
İlk neden iktidar kavgasında yaşanan güç kaymasına dönük tepki. AK Parti iktidarı ile muhafazakar kesimlerin iktidara ortak olması ne temsil alanlarındaki aktörler ne de o aktörlerin sosyolojik tabanında asla hazmedilmedi.
İktidar kaybına dönük bu hınç, estetik kaygıların veya ambalajlama inceliklerinin dahi önüne geçti. Muhafazakar iktidarın ne pahasına olursa olsun “hal edilmesi” adına önce alışıldık olan “ordu göreve” kanalında ilerlendi. Sivil siyasetin güçlenmesiyle bu mümkün olmayınca, son hal HDP/PKK ve FETÖ çizgisine yaklaşmak oldu.
Diğer temel neden Osmanlı modernleşmesinin halka karşıt bir iktidar biçimi yaratmış olmasıdır. Osmanlı çökerken, Batı medeniyetinin gücü/ihtişamı altında ezilen siyasi/kültürel yeni elitler, adeta gönüllü bir devşirilme sürecinden sonra kendi kültürlerine yabancılaşmış ve hatta düşmanlaşmıştır.
Hem Sultan Abdülhamid’in hallinden sonra Osmanlı’nın son döneminde, hem de Türkiye’nin iki binlere kadarki sürecinde iktidar bu kesimin elinde olmuştur. Haliyle ekonomik, akademik ve kültürel alanlar da kendi özgün dinamiklerinden çok bir iktidar alanı/cephe olarak algılanmıştır. Türkiye’nin geri kalmışlığının en temel nedeni bu iç bölünmenin yıkıcı etkisidir.
Müesses nizam, Batılı devletlerin bir uzantısı olarak Türkiye’yi yönettiğinden dış destek her zaman bu hatta doğru olmuştur. İçerideki iktidar kavgasında seçilmiş ama arzu edilmeyen siyasi aktör karşısında geliştirilen siyaset dışı hal etme pratikleri dış ülkeler tarafından desteklenir ve örgütlenir. Algı yaratma mekanizmaları darbeye meşruiyet üretmek adına hizmete sunulur. İşlenen ağır suçlar Mısır darbesinde olduğu gibi temize çekilir.
O yüzden CHP’nin bugün savrulduğu yeri, ABD’nin YPG’ye silah sevkıyatını, Almanya’nın Türkiye’ye dönük akılalmaz tavırlarını, FETÖ, PKK ortaklamasını garipsemek anlamsızdır.
Burada özellikle AK Parti karşıtı yurtsever vatandaşların fark etmesi gereken yeni durum, Erdoğan’ı hal etmek ile Türkiye’yi parçalama amacının özdeş hale gelmiş olmasıdır. Bunun Erdoğan ve AK Parti’ye mesafeli, önyargılı veya bir hak olarak asla ona oy vermeyecekler için yenilir yutulur bir iddia olmadığının farkındayım.
AK Parti’ye rakip yerli milli etkili saygın bir anamuhalefet partisinin olmaması da burada zorlaştırıcı nedenlerden biri. Ama bu tabloda zaten bu imkansızdır.
Ancak bir Gezi, bir 17/25 Aralık, bir 6/7 Ekim bir 15 Temmuz’un başarılı olması halinde yaşanacakların 27 Mayıs, 21 Mart, 12 Eylül veya 28 Şubat darbelerinden sonrasında yaşananlarla aynı olmayacağını AK Partili olmayan saygıdeğer yurttaşların bilmesi lazım.
Bu “Gelin hep birlikte AK Parti ve Erdoğan’a biat edin” tehdidi değildir. Haşa.
Sadece dönemin dinamiklerini doğru okuma ve CHP’nin millileştirilmesi baskısının yaratılması zorunluluğudur. Ben bu yazıyı yazıyorum ama AK Parti’nin bu kritik farkı AK Partili olmayan kesimlere anlatabilmesi çok zor. O cenah içinde etkin kimselerin elini taşın altına sokması gerekiyor.
Dünya terör örgütleri üzerinden ilan edilmemiş bir savaşın içinde. Ortadoğu’da çizilmek istenen yeni sınırlar içinde ülkemiz de var.
2010 kaset kumpasından beri Türkiye’nin başına gelen olayları, 15 Temmuz’u düşünün ve bu süreçte ülkenin başında Kılıçdaroğlu’nun olduğunu tahayyül edin.
Türkiye’nin başında iyi ki Erdoğan vardı. Ona bugün çok kızanlar ve en azından onların çocukları gelecekte Erdoğan’ı hayırla yâd edecekler.
Ama bugünkü algıların etkisinden çıkmak, en azından ileride yaşanacak mahcubiyeti önleyecektir.