Türkiye ile İsrail arasında 6 yıl sonra gelen anlaşmaya ne enterasandır ki en çok itiraz eden Gazze’ye yardım gemisi götürmeye çalışan İHH İnsani Yardım Vakfı oldu. Daha anlaşma imzalanmadan, el altından gazetelere, “Türkiye Gazze ablukasını tanıdı” şeklinde manşetler servis ederek medyayı yönlendirmeye çalıştılar. İki ülke arasında anlaşmaya varıldığı yönündeki resmi açıklamanın ardından da “İsrail kazandı, Türkiye bir şey almadı”, diyerek hükümeti suçladılar. Oysa Mavi Marmara’nın Gazze’ye ulaştıramadığı yardımları bu anlaşmanın ardından Cuma günü yola çıkacak olan Türk gemileri ulaştıracak. Ve bu anlaşmadan sonra, en azından Türkiye için ambargo kalktı; Türkiye üzerinden Gazze’ye insani yardımların yolu açıldı. Ayrıca Türkiye, Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik Filistinliler için hayati önem arz eden alt yapı hizmetleri sunabilecek.
İsrail’in Mavi Marmara’da şehit düşenlerin ailesine tazminat ödemesi ve Türkiye’den özür dilemesi de anlaşmanın diğer şartlarından.
Bu gelişmeyi yeterli görmemek elbette çok olağan; zira bu anlaşma, İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı baskı ve terörü ortadan kaldırmıyor. Türkiye’nin, İsrail zulmü sonuçlanana kadar Filistinlilerin davasının yanında olması gerekiyor. Türkiye, Mavi Marmara olayından sonra İsrail’den, vatandaşları uluslararası sularda İsrail askerlerince katledilmiş bir devletin haklı ve hukukî yaklaşımı olarak; özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması taleplerinde bulundu. Bu talepler 6 sene sonunda karşılığını buldu. Fakat bir şeyin altını çizmekte fayda var: Türkiye’nin İsrail’le vardığı bu anlaşma Mavi Marmara olayı sonucunda gerçekleşmiştir. İsrail ile Mavi Marmara’nın yol açtığı sorunların akabinde o olaya dönük böyle bir uzlaşıya varmak, Türkiye’nin İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulmü yok saydığı anlamına gelmez. İsrail’in terör uyguladığı gerçeğini ise asla yok saymaz.
Ancak eleştirilerin özelliğine bakıldığında sanki Türk hükümeti İsrail’le savaşmak için asker göndermek zorunda ve bunu yapmadığı için de kabahatli.
Bu anlaşma için daha makul eleştiriler elbette mümkün; fakat sırf hükümeti suçlamak adına zorlama değerlendirmeler yapmak aklın kurallarına aykırı.
İnsani yardım alanları zaman içinde kaçınılmaz olarak bir iktidar üretir; yardım kuruluşları da bu iktidar gücünü dış politikanın şekillenmesi yönünde kullanabilir. Fakat Mavi Marmara şehitleri üzerinden üretilen maneviyatı dış politika üzerinde baskı kurmak için kullanmaya kalkmak ve Türk-İsrail ilişkilerini kontrol etmeye çalışmak son derece yanlış, tehlikeli. Türkiye, toprak bütünlüğünü tehdit eden gelişmelerle karşı karşıya olan bir ülke. Suriye iç savaşının patlamasının ardından ülkemiz abluka altına alınmaya çalışılıyor. Ortadoğu coğrafyası yeniden çizilirken Batılı güçler ve bölgedeki devletler bazen açık, bazen örtülü şekilde Türkiye’yi güney sınırından sıkıştırmaya uğraşıyor.
Ortadoğu adeta “üçüncü dünya savaşı” koşullarını yaşıyor. Bu durumda Türkiye’nin dünyayla ilişkilerini yeniden düzenlemesi önemlidir. ABD, İsrail, Rusya, İran ve Mısır’la ilişkilerin bundan önceki gibi sürmesi mümkün değil. Bu nedenle adı geçen ülkelerle ilişkiler yeniden düzenleniyor.
Dış politikada atılan bu adımlar ülkeye nefes aldıracak, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bütünlüğünü garanti altına alacaktır.
Bilinmelidir ki bu anlaşma, kimseyi İsrail düşmanlığından yahut İsrail eleştirisinden vazgeçmek zorunda bırakmamaktadır. Yine aynı şekilde varılan bu uzlaşma, Filistinlilerin davasını savunmanın önünde de engel teşkil etmemektedir.
Bu anlaşmanın, Filistin meselesine taş koyduğunu iddia edenlerin bu iddialarını gerekçelendirecek somut verileri yok. Bu uzlaşıyla, Filistin davasını yok sayıp mazluma zulmeden zalimlerle iş tutulduğunu iddia edenlerin, bu iddialarını destekleyecek hiçbir madde anlaşmada yer almıyor. O halde bu algıyı yayanların art niyetli başka hesapları olmalı.
Türkiye, zalimi zalim bilerek; mazlumu ise elinden geldiğince, imkanları dahilinde korumaya çalışarak kuşatmayı yarıyor.