Cemaatsal ayrışmanın keskin olduğu toplumlarda siyaset yapmak da kolay. Türkiye’deki dört temel siyasi hareket de bu açıdan avantajlı. Her halükarda alabilecekleri çekirdek oyları var. Ne var ki bütün çekirdek oyları toplasanız ancak toplumun üçte ikisine ulaşabiliyorsunuz. Diğer bir deyişle kimlik siyaseti ile ‘yakalayamayacağınız’ asgari bir yüzde 30’la karşı karşıyasınız. AKP’nin başarısı söz konusu 30’un 20’sini kendi seçmeni yapabilmesiydi. Dolayısıyla da bu parti gerçek anlamda tek kitle partisi haline geldi. Hayatiyetini ve meşruiyetini garanti altına almak üzere bilerek kimlik siyasetinden uzaklaştı. Öte yandan bir seçmen koalisyonuna hitap etme sorunu ile karşı karşıya kaldı ve hata yaptığı zaman da bedel ödedi.
Bugün Türkiye siyasetinin basit bir gerçeği var: Kimliğiniz üzerinden siyaset yaparak ayakta kalabilirsiniz ama tek başınıza iktidar olamazsınız. Tek başına iktidar olabilmenin koşulu kimlik siyasetinin dışına çıkabilmektir. Bu ise toplumun değişim dinamiklerine cevap verecek inandırıcı bir söylem, kadro ve duruş üretmenizi gerektiriyor. Bunun hiç de kolay olmadığı bir yana, böyle bir çabanın büyük ihtimalle bir kadro yenilenmesi anlamını taşıyacağı, eski siyasi ‘kabuğun’ atılmasını, birçok kişinin kariyerinin sona ermesini ima edeceği açık. Nitekim AKP bunu her seçimde meclis grubunun en az yarısını yenileyerek, üç dönem kuralıyla ve il başkanlarının milletvekili adayı olmasını engelleyerek yapmaya çalıştı. Amaç partiden daha hızlı değişen bir toplumsal dinamiğin nabzını olabildiğince yakından tutmaktı… Ancak son seçimde aday listelerinin gösterdiği üzere, yapılan yanlışların bedeli de ağır olabiliyor. AKP için siyaset, sürekli değişen sularda tekneyi sağlam tutmak, tahkim etmek ve yarışta önde gitmek anlamına geliyor.
Buna karşılık tek başlarına iktidar olmayı tasavvurlarının ötesine itmiş olan diğer partilerin bariz bir konforu var. Onlar çürük mendirekli olup risk almayan, sakin bir limanda keyfe keder seyreden teknelere benziyorlar. Tabanlarını tahkim etmeleri aynı oyu üç aşağı beş yukarı almalarını sağlıyor. Bunun için ise bir gerilim ve çatışma ortamı yeterli olabiliyor. Hele kutuplaşma üretebildiklerinde hiçbir yanlışın bedelini ödeme durumunda kalmıyorlar.
Eğer demokrasi birçok talep ve tercihe sahip çok sayıda kişinin sürekli değişen önceliklerini dikkate almayı gerektiren bir rejimse, buna uygun tek parti şimdilik AKP… Çünkü tabanda yaşananlarla partinin gerçeklik algısı arasında herhangi bir uzaklaşmanın ‘cezası’ hemen kesiliyor. Parti istese bile kendi tabanının bütününü sahte bir gerçeklik algısına mahkum edemiyor ve dolayısıyla yaptığı her yanlışta toplumsal desteği azalıyor. Aksi yönde davranabildiği, yani toplumun gerçeklerini taşıma basireti gösterdiğinde ise söz konusu destek artıyor.
Mesele tabandaki dinamizmle partinin uyum yeteneğini buluşturmaktan geçiyor… Diğer partiler ise henüz ‘demokrasi öncesi’ bir dünyadalar. Onların siyaseti AKP’nin yanlış yapması hayali üzerine kurulu iken, AKP kendi gerçeği ile sürekli yüzleşerek ilerliyor. Bu da kimlik siyaseti dışında konumlanan yüzde 30’un yarısını yanında tutmaya yetiyor.