Türkiye’nin Suriye’de oyunu bozan müdahaleyi yapması, PYD/DAEŞ formülü üzerinden kuşatma girişimini etkisiz hale getirince, buna Musul etrafında cevap verilme arayışına girişildi ki Başika meselesini bunun bir parçası olarak görmek gerekir.
Batı sistemi yüz yıl sonra Ortadoğu haritasını yeniden çizmeye kararlı olduğunu ortaya koymakla kalmayıp, Türkiye’yi bu yeni sürecin sadece dışında bırakmak istemiyor aynı zamanda onun haritasına da müdahale etmek üzere hareket ettiğini neredeyse yüzüne karşı beyan edecek tavırlar sergilemekten kaçınmayacağını gösteriyor! Bunu nereden, sistemin hangi davranışından çıkarıyoruz? Yoksa ‘Batı düşmanlığı’ yapmak için olmayan şeylerden bahsedip, stratejik müttefiklerimize, yüz yıllık Lozan kardeşliğine gölge mi düşürüyoruz?
Yeni harita çizmek
Önce Suriye meselesinin nasıl bugüne evrildiğini hatırlamak gerekir. Suriye’de sivil muhalefet ortaya çıktığında Türkiye’nin tavrının meselenin barış içinde diyalog yoluyla yani sivil hakların hiç olmazsa bir kısmının rejim tarafından bazı reformlar yapılarak karşılanması yönünde olduğu henüz unutulmamış olmalıdır. Nitekim henüz silahların patlamadığı sivil insanların bazı temel insan haklarını talep ettiği bu süreçte, Türkiye’nin BAAS rejiminden talep edilen bazı hakların tedricen verilmesi hususunda nasıl gayret gösterdiği, yönetimi ikna için mekik dokuduğu hatırlanacaktır. Daha sonra BAAS rejiminin bu sivil insanlara karşı şiddet uygulayarak, katliam yapmaya başlaması üzerine muhalif unsurların da askeri örgütlenmeye yöneltildiği bilinen bir şeydir.
Bunları durduk yere hatırlatmak istememim sebebi; muhalefetin ‘askeri örgütlenmeye’ gitmesini kimin istediğine, bunu Suriye rejimine son vermek üzere kimlerin desteklediğine dikkat çekmek içindir. O günlerde Türkiye’ye baskı yapan Batı sisteminin adamları, BAAS rejiminin yıkılması için aktif olarak Türk askeri varlığının devreye girmesini istemekteydiler ki kendileri bunu yapmaya başlamışlardı! Bu durumda Türkiye taleplerini açıkça ortaya koyacaktır: “1.Rejimin katliamından kaçan sivillerin yaşayabileceği güvenlikli alanın oluşturulması 2. Sivillerin korunması için uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi 3. Rejimin baskı altına alınmasına dönük uluslararası politikaların devreye sokulması, uluslararası camianın bu konuda işbirliği yapması.”
Netice itibarıyla Batı sistemi bunların hiçbirini yapmadığı gibi Suriye sivil muhalefetini temsil eden sonra askeri örgütlenmeye gitmekten başka seçeneği kalmamış olan unsurları desteklemek bir tarafa, hepsini yüz üstü bıraktığı gibi; Türkiye’yi BAAS’ın katliamından kaçan sayıları üç milyona ulaşan yerlerinden yurtlarından kopan insanların, büyük göç dalgasının tazyiki altında bırakmıştır.
Stratejik olan ne?
Türkiye’nin stratejik müttefiki sadece bunu yapsaydı, ne yapalım iş başa düştü deyip geçilebilirdi fakat onlar açıkça ülkeye karşı yıllarca terör saldırıları gerçekleştiren PKK/PYD yapılanmasıyla askeri ittifak yapmayı tercih ettiler ve bunu aleni bir şekilde savunmaya devam etmektedirler.
İşin ikinci aşaması Musul’a müdahale sürecinde ortaya çıkmıştır. Batı sisteminin patronajı Musul’u DAEŞ’ten kurtarmak için PKK/PYD ile işbirliği yaparak Türkiye’yi buradan terör üzerinden kuşatmak istemektedir! Suriye’de kuşatmayı yaran Türklere bu defa Musul’dan cevap verilmeye çalışılmaktadır. Amerikan işgali altında parçalanma travması yaşayan Irak merkez yönetiminin buna destek vermesi ise üzerinde konuşulmayacak değerdedir!
“Batı sistemiyle Lozan’da yaklaşık yüz yıl önce kurulan ‘Lozan kardeşliği’nde gelinen nokta yeni Sevr dayatması diyebileceğimiz bir yerdir; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan tartışmasıyla buna verdiği cevap, tam da Musul meselesinin arifesinde yaptığı vurguyu bu bağlam içinde değerlendirmek doğru olacaktır.” Bugünkü Türkiye yeni Sevr’i kabul etmek bir tarafa, Lozan’da kaybettiklerini sorgulayan bir ülke konumundadır. Stratejik ortaklığın, ülkenin düşmanlarıyla üstelik terör örgütüyle Türkiye karşıtı ittifakına verilecek cevaplar henüz bitmemiştir…