Bir yıl önce Türkiye 7 Haziran seçimini yaparak yeni bir döneme adım atmaktaydı. Çözüm süreciyle terörü bitirmeye yönelen, başta Suriye olmak üzere bölgesinde meydana gelen istikrarsızlıklar, iç savaşlar karşısında savaştan kaçan insanların sığındığı bir ‘barış ülkesi’ olarak siyasal yapısında arka arkaya yaptığı reformlarla demokrasisini güçlendiren hamleler yapmaktaydı.
Seçim sonuçlarının Ak Parti’nin tek başına iktidarına imkân vermemesi birdenbire tabloyu adeta ters yüz edecektir. PKK terör örgütü, iç ve dış şartları uygun bulmuş olacak ki ‘iç savaşı’ başlatma kararı aldığını açıklayarak, çözüm sürecine saldırmıştır. Başta ABD olmak üzere Batı sistemi, Suriye’deki PKK uzantısı PYD üzerinden Irak ve Suriye’de, arkasında kimin olduğu meçhul! DAEŞ’le mücadele etme gerekçesiyle açıkça terör yapılanmasıyla işbirliğine yönelmiştir.
Oyunun kuralı var mı?
İşin ilginç tarafı; 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin tek başına hükümet kuracak oyu alamaması içeride büyük sermaye gruplarının, geleneksel egemen medya çevrelerinin, bazı akademik ve aydın gruplarının aynı yönde harekete geçmesine yol açmıştır. Bu grupların başlattığı muhalefetin tek amacı vardır: AK Parti’nin iktidardan uzaklaştırılması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef haline getirilmesi. Öyle ki PKK’nın yeniden başlattığı terör, Suriye’de ortaya çıkan Türkiye karşıtı tavır, bunlar tarafından adeta bir siyasi destek gibi görülür ve Suriye’deki BAAS, İran, Rusya, ABD, PKK/PYD koalisyonuna ümit bağlayacak psikolojiyle hareket ederler.
Meselenin siyasi tarafı ise daha az sorunlu değildir. 7 Haziran öncesi büyük sermaye, egemen medya, Batıcı çevreler başta olmak üzere geniş bir kesimin desteğini alarak ‘Türkiye partisi olma’ iddiasıyla seçime katılan parti %13’le barajı aşarak meclise girmesine rağmen, örgütün başlattığı terör saldırılarından yana tavır alıp, terör eylemlerini meşrulaştıracak bir dil geliştirmeye yönelmiştir.
PKK’nın katliamlarını, saldırılarını bazı şehir ve kasabalarda, belediyeleri de kullanarak, halkın üzerinde otoriter bir baskı rejimi kurmak için kullandığı her türlü şiddeti savunan bu anlayış; Türkiye partisi olmak bir yana, bölgede yaşayan Kürtleri sindirerek devlete karşı bir ‘iç savaşa’ zorlama yolunu seçerek Kürtlerin partisi olma iddiasını bile geride bırakıp, terörün sözcülüğünü yapmıştır. “Kendilerine verilen oyun, halk tarafından şiddetin reddedilerek hayatın normalleşmesi talebi olduğunu, siyaset alanının genişletilmesi arzusu ve çözüme destek anlamı taşıdığını görmezden geldiler.” Böylece bir yıl sonra, halk onların yanında değil, teröre karşı Türkiye’den yana tavır alarak gerekli cevabı vermiş oldu.
Hesaplaşma
Ana Muhalefet Partisi’nin durumu da daha az problemli değildir. Haziranda ‘% 60’lık blok kurmaktan’ bahseden CHP, Türkiye’nin karşısında oluşan ittifakın yüz yıl sonra bu coğrafyayı siyasi olarak yeniden düzenlemek isteyenlerin yönetiminde oluştuğunu fark etmeyerek, meseleyi Erdoğan düşmanlığı etrafında bir muhalefet arayışına indirerek kendisini bütünüyle etkisiz bir konuma taşımış oldu.
Aslında halk bütün bu gerçeği kavrayarak oyunu bozdu. “1 Kasım’da ortaya çıkan iradesiyle, Türkiye’nin birliği için istikrarlı bir siyaseti, teröre karşı güçlü bir mücadeleyi, PKK/PYD ve DAEŞ gibi terör yapılarını kullanarak dışardan gelen saldırılara karşı milli bir tavrı, milli bir siyaseti desteklediğini ortaya koydu.”
Bir yıl sonra bugün terörle mücadele amansız bir şekilde sürdürülürken, örgüt alçakça bombalı saldırılarla, canlı bombalarla son hamleleri yapmak zorunda kalmışsa, bunda bölge halkının terör karşısında aldığı vatansever tavrın, demokrasiye ve ülkeye sahip çıkma bilincinin rolü vardır.