Siyaset nedir, siyaset yapmanın sorumluluğunun anlamı nedir? Siyaset yapmayı siyasi faaliyette bulunmayı, toplumsal kurumlarla, toplumsal aktörlerle, toplumsal örgütlerle, toplumsal taleplerle en geniş anlamda siyaset kurumu arasında ilişki kurmak, onları devlete taşımak, devletin fonksiyonlarını, işleyiş biçimini, bunlara göre düzenlemek diye tanımlarsak, anti-siyaseti bütün bu alanlarda etkisiz hale gelmek diye ifade etmek mümkündür.
Kadim siyaset teorisyenlerine göre siyaset neredeyse devlet kavramıyla özdeş sayılmıştır. Siyaset düşüncesinde başlangıcı Platon’dan, Aristoteles’e uzanan bu geleneğin içinde toplum devletin içinde kaybolmuş gibidir. İbn-İ Haldun’u bütün zamanların en büyük düşünürlerinden biri yapan hususlardan biri de onun toplumsal olanı devletten ayıran analizidir.
Siyaseti reddetmek
Bizim geleneğimizde, devlet kavramının apayrı yeri olduğu bilinir. Bu Türklerin en eski uygarlık kurucusu bir halk olmalarıyla ilgili olduğu kadar, sürekli hareket etmiş toplumsal tarihlerindeki medeni-göçer diyalektiğinin yarattığı çelişkileri hareketlilik dinamiğiyle çözüme kavuşturan bir toplumsal özelliğe sahip olmasıyla da ilgili olsa gerektir. Bu akışkanlık aynı zamanda devlet kurucusu bir kimlik sahibi olmayı da mümkün kılmıştır.
Türklerin Anadolu’ya gelişinin de, aynı problematik içinde açıklanabileceğini düşünmekteyim. Bu sebepledir ki hem İmparatorluk döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde devlet kavramı yüceltilen bir kavram olduğu kadar, zaman içerisinde toplumsalın öneminin azalmasına yol açan sonuçlar doğurmuştur. Burada özellikle modern dönemde devlet-ideoloji bağlamında üretilen anlayışın giderek ‘kutsal devlet’ nitelendirmesine sebep olmasının, demokratikleşme süreci açısından nasıl sorunlar yarattığını sıkça tartışıyoruz. Bu durum öyle problemlerin meydana gelmesine vesile olmuştur ki, konuşurken çokça övündüğümüz devlet kurma misyonumuz, toplumsal olanın gözden düşürülmesine, anlaşılmasının dahi önüne geçebilmektedir.
Modern dönemde devletlerin en önemli sorunu, demokratikleşme sorunu olmuştur. Ünlü sosyolog ve iktisatçı Weber modern devletin rasyonel-bürokratik kurallara dayalı devlet mekanizmasını yarattığının üzerinde önemle durur. Buradaki sorun rasyonel işleyen mekanizmanın toplum karşısında otonom bir siyaset anlayışına sahip olup olmamasıdır. Bürokratik rasyonalite ile siyasal rasyonalite arasında her zaman bir uyum olması bir yana, ikisinin tabiatı gereği çelişeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunu şöyle izah edebiliriz: Toplumsal alandaki olaylar bürokratik rasyonaliteye sığmaz ve toplum bürokratik rasyonaliteyle yönetilemez. Söylemeye gerek yok, toplumsal olan çoğuldur ve bu çoğulun siyasete yansımasının yolu demokrasiden geçer.
Anti-demokrasi cephesi
Demokratik zihniyeti benimsememiş, otoriter, cemaatçi, kabileci, totaliter anlayış biçimlerinin siyaset etme tarzı, kaçınılmaz bir biçimde anti demokratik ideolojilerle kesişir.
Bugün Türkiye’de yaşanan olaylar, anti demokratik yapılara dayanan, onlarla bağlantısı olan, zihniyetlerin, partilerin ve siyaset tarzlarının ortaya koydukları olsa olsa anti-siyasettir. Bugün terörün karşısında açıkça demokrasiyi koyamayanların da buna karşı demokrasi içinde mücadele eden devlete karşı duyarsız kalanların yaptığı da budur.
Demokrasinin araçları, yöntemi bellidir. Meclis’te siyaset yapmanın yolu, icraat üretmenin imkânı tükenmişse, bunu tüketenler alternatif koyamıyorlarsa sadece sorumlu siyasetten kaçmış olmazlar aynı zamanda anti siyasetin girdabına düşmüşler demektir.
Türkiye’nin bugün içte ve dışta karşı karşıya olduğu sorunları görmezden gelerek, umursamayarak bütün sorumluluğu AK Parti’ye yükleyenler, kendilerini anti-siyasete hapsedenler, aslında siyaset etme konusunda AK Parti’nin yolunu genişlettiklerinin farkında olmasalar da olur…